Santo Cafe

1970-1983 arasında o bölgede emek Bahçeli arasında çok popüler cafe diyelim . Çok güzel anılar olan gençlerin okul öncesi sonrası veya Cmt pazar mutlaka uğradıkları buluşma noktası sohbet ve muhabbet in canlı olduğu yer

Azeri Turşucusu

Bu mahallede en çok bilinen esnaflarımızdan birisi, buraya yolu düşüpte Azeri Turşucusundan turşu suyu içmemiş kimse olduğunu sanmıyoruz.

Şişman Pastanesi

Bir dönem Emek -Bahçelide oturan herkesin boğazından Azerinin turşu suyu, Şişman'ın maraş dondurması geçmiş. Geçmese zaten Emek-Bahçelide yaşamamıştır

Eser Sitesi

1960 lı yılların en başı Emek İnşaat Emekli Sandığı çalışanları için Ankara'daki ilk siteyi inşaa ettiriyor.

İsrailevleri

Emek'teki İsrailevleri'ne, İsrailli bir firmaya ait olmasından dolayı bu isim verilmiştir. İsrailevleri'nin 1953'te milletvekilleri ve üst düzey bürokratlarının kurduğu bir kooperatif olduğu kitaplarda yazar. Kooperatifin ilk adı Dikmen Yapı Kooperatifi'dir.

Kıraner Evi

Çankaya İlçesi Bahçelievler Mahallesi’nde bulunan Kıraner Evi, 1960’lı yıllarda üretilen müstakil konutlar içerisinde mekân zenginliği, açık plan anlayışı, özgün malzeme kullanımı ve cephe düzeni ile önemli bir yere sahiptir. Toplam 700 m2’lik alan kullanımı olan yapının tasarımınınn kime bilimemektedir.

Yeşiltepe (Yıldız) Blokları

Avrupa'da görülen ART DECO mimarisinin çok güzel bir yansımasıdır. Cumhuriyet Dönemi Türk Mimarlığının çağdaş mimarlık normlarını da kullanarak yeni bir ulusal mimarlık üslubu oluşturma çabasının en güzel örneklerindendir.

Arı Sineması

Sadece Ankara’nın değil, Türkiye’nin en büyük sineması Ankara’da ilk sinemanın açıldığı 1920 yılından, Arı Sineması’nın açıldığı 1969 yılına kadar şehrin en büyük ve en modern sineması, tartışmasız Kızılay’daki Büyük Sinema olmuştu. 1550 koltuk kapasiteli Büyük Sinema’nın bu saltanatı, 1969 yılında 1760 koltuk sayısı ile Arı Sineması’nın açılışına kadar sürdü.

29 Ocak 2014 Çarşamba

EĞİLMEDEN, BÜKÜLMEDEN - UĞUR MUMCU SAYGIYLA ANILDI


OKULUMUZ MEZUNU UĞUR MUMCU'YUÖLDÜRÜLÜŞÜNÜN 21. YILINDA ANIYORUZ
21. ADALET VE DEMOKRASİ HAFTASI 
24 Ocak-31 Ocak 2014
EĞİLMEDEN BÜKÜLMEDEN
Bir kalem susar, yerini bir başkası alır. Bu kalemler tükenmez. Ne kelepçeler, ne demir kapılar, ne iddianameler ve ne de beş yıldan yirmi yıla uzanan hapis cezaları, bu kalemleri korkutamadı, bundan sonra da korkutamaz. Kalemler vardır, sömürünün, vurgunun zırhıdır. Kalemler vardır, özgürlüğün ve barışın silahıdır. Kalemler vardır, gençlerin idam kementlerinde kırılır atılırlar… Kalemler vardır, resmi belgelere durmadan imza atar. Ve kalemler vardır, yılmadan, usanmadan, eğilmeden, bükülmeden yazar…” (Cumhuriyet, 21 Mayıs 1976) Uğur Mumcu --YAZISINDAN YOLA ÇIKARAK EĞİLMEDİK BÜKÜLMEDİK BAŞLIĞI İLE CAĞDAŞ SANATLAR MERKEZİNDEKİ SÖYLEŞİMİZE BÜTÜN ARKADAŞLARIMIZI BEKLİYORUZ...SÖYLEŞİ SONRASI HER YIL OLDUĞU GİBİ KONUKLARIMIZ İLE ŞÖMİNE RESTAURANTTA SOHBETİMİZE DEVAM EDECEĞİZ...
 
Söyleşi: Eğilmedik Bükülmedik 
Yöneten: Sabri DOKUZOĞUZ 
Konuşmacı: Doğan YURDAKUL, Nihat GENÇ 
Saat, Yer: 16.30, Çağdaş Sanatlar Merkezi Düzenleyen: 
Bahçelievler Deneme Lisesi Mezunları Derneği


Semtlerimizin İki Guzel ve Kardeş Okulunun Mezun Dernekleri Başkanları dün Deneme Liseliler'in düzenlediği Uğur Mumcu'yu anma etkinliğinde bir aradaydılar.

İki değerli başkan Sayın Özay Ağca'yı (Deneme Liseliler Mezunlar Derneği Başkanı) ve Sayın Levent Keceli'yi (Cumhuriyet Liseliler Mezunlar Derneği Başkanı) gönülden tebrik ediyoruz.

Dostluklarımız ebedi olsun Bu ülkenin sizin gibi insanlara her zaman ihtiyacı var.

ANKARA BAHÇELİEVLER CUMHURİYET LİSESİ...



Dün gece ve bu sabah liseden iki arkadaşım telefonla arayınca özlemim depreşti o yıllara…

1971–1975 yılları arasında ilk gençliğimin geçtiği sevgili lisem.

Aslında yazacak çok şey var.
Ama ben bu gün ilk aklıma gelenleri yazacağım.

İlk olarak adını 1965–66 yıllarında ablamın okulu olarak duymuştum.
Hep merakla, hayranlıkla ve özenerek sorgulardım lisesini ve yaşadıklarını.

Hatırladım şimdi, o yıllarda Cumhuriyet Lisesi’yle birlikte Joan Baez, Beatles, Tom Jones, Elvis Presley, Engelbert Humperdinck, Shirley Bassey ve daha nice yorumcuyla da tanışmıştım ablam sayesinde…(Hafızamdan kısa dalga 29 Ankara İl Radyosu diye bir kanal göz kırptı, hep yabancı şarkıların çaldığı ve hep ablamın dinlediği ama yanılıyor olabilirim)

Ve Ortaokul bitip ailem benim için lise arayışına girdiğinde, Bahçelievler 15. sokakta oturmamız ve çok iyi bir eğitim vermesi nedeniyle ilk akıllarına gelen 14. sokaktaki Deneme Lisesi oldu.

Ama ben her zamanki İnatçılığımla Cumhuriyet Lisesi diye tutturunca kıramadılar.
Ve 1971–1972 döneminde başladım liseye.

Bahçelievler 4.Cadde 80.Sokak No: 3 ‘teki Cumhuriyet Lisesi 4 yıl boyunca konuk etti beni.

Ki konukları arasında birçok tanınmış isim de vardır.
İlk aklıma gelenler:

Zülfü Livaneli, Özgür Ozan, Ayten Uncuoğlu, Çetin Tekindor, Kayahan, İlhan Şeşen, Hülya Avşar, Meral Okay, Köksal Engür, Osman Yağmurdereli, Salih Memecan, Mehmet Ağar, Selçuk Ural…

Lise 1. sınıftaki şubem 4 J sınıfıydı yanılmıyorsam, sonrasında da 5 ve 6 ED-D.

İlk aklıma gelen hocalarım Md. Mvn. Hüseyin Alpar, Matematikçi Kovboy,Sıfırcı Ferda, Bedenci Doris Day, Kimyacı Şukufe Hnm., Psikolojici Zeki Bey,Felsefeci Selçuk Hnm., Müzikçi Türkan Hnm, Biyolojici Şenol Hnm.

Ve hiç unutmadığım bir dönem Gazi Üniversitesinden sürgün gelen sevgili edebiyat hocam Mehmet Aydın ki bir sene sonra açtığı mahkemeyi kazanıp üniversiteye geri dönmüştü bizlerin gözyaşları arasında…

İnanılmaz güzel günlerdi.

Aslında her şey inanılmazdı; güzellikler, hüzünler, sevinçler, öfkeler, aşklar, ölümler…
Çünkü ilk gençliğin o gel gitleriydi duygularımızı şekillendiren.
Her duygu öylesine yoğun yaşanıyordu ki…

Okula başladıktan bir süre sonra buram buram çukulata kokmam dolayısıyla etraftaki herkes “ çukulata kokulu kız” diye tanımaya başladı beni. Çok çukulata yerdim hala da yerim ama tabi ki koku bu sebepten değil kullandığım kolonyadandı (Eyüp Sabri Tun cer’in Vanilya kolonyası) , bir iki arkadaşımın dışında kimse bu sırrımı bilmez çok çukulata yediğim için öyle koktuğumu zannederlerdi… Nasılda saftık, inanmaya hazırdık…

Okul saatinden en az 1 saat önce gelinen ve okul civarında atılan turlar…
Okul duvarının dibinde, ilk aşklarla kurulan göz temaslarıyla yaşanan “ kesişme” lerin mutluluğu…(ne saf ne güzel aşklarmış…)

Okulun tam karşısında ufacık “ Santo Piknik” de içilen çaylar eşliğinde yapılan okul kırma planları…(ve arada babaların baskınına uğrayan bizler:))

Kapı kontrollerinden geçildikten sonra cebe konan kravatlar, belden kıvrılarak kısaltılan etekler, salınıveren saçlar…

Okul kırıldığında genelde gidilen “ Arılar pastanesi “ “ Arılar Sineması” (her seferinde “müdür yoklamayı burada alacak” esprisi çünkü pastane müşterileri olduğu gibi Cumhuriyet’liler olurdu) ya da Bahçeli son duraktaki” Şükran Pastanesi”...ve burada illaki dinlenen Erkin baba, Cem Karaca şarkıları… Ya da Pink Floyd bunalımları…

Hadi itiraf edeyim Şükran pastanesinde çaktırmadan masa altından içilen ucuz cep kanyakları ki ne kadar büyüdüğümüzün ispatıydı hem kendimize hem arkadaşlarımıza…

Sınıfça gidilen Yükseliş’deki basket maçlarının coşkusu…(sahi bizim lise hiç şampiyon olmuş muydu hatırlayamadım)

Ders kitapları yerine deli gibi okunan kitaplar... Varoluşçuluğa takılmalar, siyasi felsefi tartışmalar ama gizliden de okunan aşk kitaplarının macera kitaplarının inkâr edilmez tadı…

1972 yılında Denizlerin idam kararını veren Hâkim Ali Elverdi Paşa’nın sınıf arkadaşımız olan kızı Nalân’a karşı aldığımız konuşmama kararı ve onu dışlayışımız (yıllar sonra düşününce kızcağızın ne günahı vardı diyorum ama 14 yaşın devrimci protestosu anca böyle olur)

Yağmur kar demeden yürünerek gidilip gelinen okul yolları…
Ve sanırım 1973 -1974 döneminde okul civarında türeyen bir sapık dolayısıyla sevgili Hüseyin Alpar hocamızın her kız öğrenciyi evine götürmek üzere bir erkek öğrenciyi görevlendirmesi…(o dönem benim korumam olan canım arkadaşım Halil Zengin’i Mimar olduktan kısa bir süre sonra sıhhiye köprüsünden uçan arabasında kaybettik)

Edebiyat Kulübünde yapılan hararetli kitap tartışmalarının bize kattığı araştırma sorgulama yetisi…

Milli Bayramlarda 19 Mayıs Stadyumunda yürüyüş kortejine seçilmenin heyecanı…(yürüyüşe katılanlar bütün sene bedenden 10 almış sayılırdı)

Sevgili hocalarımızın her teneffüs iki fırtta olsa içtiğimiz sigaralardan duman altı olmuş tuvaletlere yaptıkları baskınlardan bıkıp bizle uğraşmaya pes etmeleri ve hatta Hüseyin Alpar hocanın “ aşağı kantini sigara kantini yaptıracağım bu mereti içiyorlar nasılsa” dediği söylentisiyle nasılda sevindiğimiz…

Lise 1. sınıfta nerdeyse bütün sınıfın sınıfta kalması ve bunu büyük bir marifet sanmamız:))

Lise ikinci sınıfta Edebiyat / Fen kolu olarak ayılmamız gerekiyordu ama genelde edebiyat bölümünü seçen lise 1 arkadaşlarımızla ayrılmayacak olmanın sevinci…

Canım arkadaşım Lütfü’nün Mavi Ford Granada’sıyla okula gelip giderken attığı hava (çünkü o zamanlar gençler içinde arabası olan öylesine azdı ki) ve bana dayı dayı yürümeyi (Adanalıydı kendisi) tespih sallamayı, uzağa nasıl tükürüleceğini öğretmesinin yanında; ilk ve son kez denediğim puroyu da onunla tanıyıp az kalsın boğuluyor olmama attığı kahkahalar…

Lise 2. sınıfta İngilizce hocamız Pırıl Hanımın yaptığı bir sınavda cevap yerine önceden kararlaştırdıkları gibi sınıftaki bütün erkek arkadaşlarımızın hocaya aşk mektubu yazarak disiplini boylamaları…

Milli Güvenlik dersine giren genç ve çıplak başlı bir teğmenin başına “arkasını döndüğünde kim attığı leblebiyi isabet ettirecek yarışımız”…

Biz kızların bacaklarımıza, erkeklerin saat içlerine ve sıralara yazdığımız kopyalar…

Lise sonda sevgili sınıf arkadaşımız Çiğdem’in intihar edip (ailesinin izin vermediği bir evlilik isteğinden dolayı) patlamada annesiyle birlikte öldüğü haberi üzerine o yaramaz sınıfımızın gözyaşlarına boğulup, sınıf olarak cenazesini kaldırmamız ve topladığımız paralarla Bahçeli camiinde okuttuğumuz mevlit…
Ve sonrasında hocalarımızın bizi kırmayarak sınıf kapımıza astırdığımız Çiğdem’in resmi...

Sınıfta kalmak üzere olan arkadaşlarımızın hemen o zamanki Yükseliş Kolejine geçip sınıflarını geçmeleri ama ertesi sene mutlak Cumhuriyet’e geri dönmeleri…

5 ve 6 ED.D dendiğinde haytalığımızdan yaka silken ama hep bir yanlarıyla da bizi çok seven evlerinde ağırlayan arkadaş gibi davranan öğretmenlerimiz…

Alpay’ın söylediği “ Eylül’de Gel” şarkısının o dönem hemen herkesin şarkısı olması…

Lise son sınıfta Üniversite Sınavına girmeden önceki gece cevapların geldiği haberiyle (cevapları getiren de o zamanki kankam, eski Devlet Tiyatroları Genel Müdürü sevgili arkadaşım Lemi Bilgin) hepimizin arkadaşımız Emel’in evinde toplanıp deli gibi cevapları çoğaltmamız ve sonuçta ertesi gün sınavda o cevapları yazan hiçbirimizin o sene üniversiteye giremeyişi:))

Ve yıllar sonra bir ÖSS de gözetmen olarak gittiğim Cumhuriyet Lisesinde tamda kendi sınıfımızın karşısındaki sınıfta görevli olunca tutamadığım gözyaşlarım… Sınav boyunca dört bir yanda uçuşan anılar…

O kadar çok şey var ki yazacak ama bütün yaşanmışlıkların üstüne en güzeli bunca yıl sonra 3–5 arkadaş da olsak hala görüşüyor olmamız ve geçirdiğimiz bütün lise yıllarını “ çok güzeldi” diye nitelememiz…

Haytaydık, tembelliklerimiz vardı, öğretmenlerimizi uğraştırırdık ama hepimiz okuyan sorgulayan, araştıran, yorumlayan, çevremizle, ülkemizle, dünyayla, siyasetle, sanatla, kültürle iç içe yaşayan gençlerdik…

Yani sanal değildik…

Hayatın içindeydik hayatın ta kendisiydik…

Biz Cumhuriyet Liselilerdik…


Sevtap Özkahraman
(ANKARA)

Cüneyt Önder
"Fizik hocamız Alpay Tolon, Kimya hocamız Ender Atlı, İngilizce Fahriye hoca, Coğrafya Şenol Opan, Resim hocamız Gönül Akbay, mesken tuttuğumuz ikinci kat koridorları, rio pastanesinde bakıştığımız kızlar, okul bahçesindeki minyatür futbol turnuvaları, spor salonunun ter kokan soyunma odaları, hoy-tur folklor kursları, 19 mayıs provaları, say say bitmeyen 85 basamaklı merdivenler, okul girişindeki seyyar karakol, bahçeye atılan bombalar, boykotlar, yıllarca dolaşamadığımız 7. cadde, türeyenler lahmacun, et balık'ta kıyma kuyrukları, mutfak kapısının arkasına asılan pazar fileleri, tel dolaplar, okula gitmeden çöpe dökülen soba kovaları, saymakla bitmeyen daha niceleri ne kadar uzakta şimdi"

Mehmet Döner
"Pire Memet Hoca 1976 dan önce rahmetli olmuştu.Hüseyin Hoca hakkında benim de bilgim yok."

Ömer Berrin Bulca

"Osman hocanın mini kooper ı vardı bir keresinde arabayı taşıyarak okulun merdivenlerine koymuştuk çok kızmıştı.:)Hey gidi Osman hoca, Gönül hanım ne tatlı insanlardınız.....

Fizikçi Murat Acar (İlhan İrem)"

Sevil Allahveri
"Gönül hanım, Osman Hocası, Kovboyu, Ret kiti ve birde fizik hocası İlhan İrem de vardı"

Fatih Akıcı
"Rasim Sander hocamız vardı sıfırcı Rasim matematikçi"


Erçin Yıldız
"Cumhuriyet Lisesi 1978-1979 dönemi 5 Fen F sınıfı"


Doğan Abaka
---------------


Fatmagül Zedelemez Aday
Birkaç Cumhuriyet Lisesi fotosu 1977-1978 yıllarından







------------------

BAHÇELİEVLERİN ESKİ SİNEMALARI - Yavuz İşcen

Bahçelievler’in Eski Sinemaları

Kent ve insan ilişkisi bir lades oyunu gibidir.
Unuttuğunuz anda kaybedersiniz

Babamın görevi nedeniyle bulunduğumuz Ege Bölgesi’ndeki küçük kasabadan, 1965 yılında Ankara’ya taşındığımızda aradığım ilk şey sinema olmuştu. Geldiğimiz küçük kasabada iki tane yazlık, bir tane de kışlık olmak üzere üç tane sinema vardı. Yaz aylarında neredeyse her gece yazlık sinemaya, kış aylarında ise her film değişiminde kapalı sinemaya giderdik. 1966 yılı başında Bahçelievler’e taşındığımızda semtte iki sinema bulunuyordu. Bunlar, birbirine 50 metre kadar uzaklıkta yer alan Zevkli Sinema ve Renkli Sinema adları ile bilinen sinemalardı. Üçüncü sinema olarak Gümüş Sineması’ndan bahsedenler olmakla birlikte ben hatırlamıyorum. Daha sonra, oturduğumuz evin 50 metre kadar ilerisine 1969 yılında Türkiye’nin en büyük sineması olarak bilinen Arı Sineması açıldı. Uzun yıllar Arı Sineması’na gelen hiçbir filmi kaçırmadığımı hatırlıyorum. 1971 yılında açılan Bahçelievler Dedeman Sineması ile birlikte oturduğumuz semtte gidebileceğimiz bir sinema daha olmuştu. Bu makalenin konusunu, yukarıda adları geçen Bahçelievler’in eski sinemaları oluşturmaktadır. Eski sinemaları diyorum, çünkü bu sinemaların hiç biri günümüze ulaşmayı başaramadı.

Gümüş Sineması

1950’li yıllarda Bahçelievler 7. Cadde üzerinde, Gümüş Sineması adıyla bilinen ve teras katında hizmet veren bir açık hava sineması olduğunu söyleyenler var. Ben bu sinemayı hiç bilmiyorum. Bu yıllarda Bahçelievler’de oturmuş ve yaşı 60’ın üstünde olanlar daha iyi hatırlayabilirler. Sinemanın yeri 7. Cadde ile 29. Sokak’ın kesiştiği köşede, İş Bankası’nın karşı tarafındaki (batı tarafı) apartmanın teras katı olarak belirtiliyor. Eskiden bu apartmanın alt katında Yapı Kredi Bankası Bahçelievler Şubesi, Işık Kitabevi ve Gümüş Pastahanesi adları ile bilinen işyerleri yer alıyordu. Sinemanın ismi ile pastanenin isminin aynı olmasından hareketle sahiplerinin de aynı kişiler olduğunu tahmin edebiliriz. Günümüzde bu apartmanın alt katında Simit Cafe, bazı dükkanlar ve balıkçılar var. Apartmanın teras katında ise Efes birası da satan, kafe tarzında bir yer var. Gümüş Sineması’nın Bahçelievler’in ilk sinemalarından biri olduğu ve çok uzun ömürlü olmadığı tahmin ediliyor. 1973 yılında yayınlanan Ankara İl Yıllığı’nda verilen “açık hava sinemaları” listesinde adı geçmediğine göre bu tarihte kapanmış olduğu düşünülebilir.

Zevkli Sinema

Ankara’nın Bahçelievler semtindeki ilk yapılaşmalar, 1935 yılında semte adını veren Bahçelievler Yapı Kooperatifi’nin burada kurulmasıyla başlamış. Semtin adı da bu kooperatiften geliyor. Ankara kentinin 1929-1939 yılları arasında “Jansen Planı” olarak bilinen mimari plana göre yapılandırılmasına paralel olarak semtte ilk yapılaşma, 150 konutluk bir proje şeklinde kurgulanmış. Türkiye’deki ilk “bahçe şehir” uygulaması olan plana göre yapılar iki katlı, bahçeli villalar şeklinde düşünülmüş. İnşaatına 1937 yılında başlanan evler 1939 yılı başında bitirilerek teslim edilmiş. Alman mimar Hermann Jansen’in Bahçelievler Planı ve semtinin ilk kuruluş yılarındaki durumu incelendiğinde, Bahçelievler’de meydan niteliğinde açıklık bir alan öngörülmediği göze çarpmaktadır. Bu durumun istisnası sayılabilecek tek alan, sonraki yıllarda Zevkli Sinema ve Renkli Sinema’nın da yapılacağı alandır.
Bahçelievler 3. Cadde’de Bahçelievler Polis Karakolu’nun bulunduğu yere, eskiden ‘Karakol Durağı’ deniyordu. Dikimevi-Bahçelievler hattında elektrikle çalışan, ‘boynuzlu’ tabir edilen troleybüslerin durak yerlerinden biri de bu karakolun önüydü (Sonraki yıllarda polis karakolu buradan Emek Mahallesi’ne taşındı). Karakolun hemen karşı tarafında, yolu geçince Bahçelievler’in en eski sineması olan ‘Zevkli Sinema’ bulunuyordu. Zevkli Sinema’nın yanına ise o yıllarda popülerleştirilmeye çalışılan tenis sporuna bağlı olarak Tenis Kulübü binası ve tenis kortları yapılmıştı. Kulüp binası ve kortlar arasında bir iki sıra kavak ve akasya ağacı adeta bir sınır oluştururdu. Kulüpte, Fuat Ambar adlı tenis hocasının ders verdiğini, mahalle gençlerinden oluşan tenisçilerin Amerikalılarla maçlar yaptığını, tenis hocasının oğlu Beyazıt Ambar’ın babasının zoruyla tenis oynamaktan sonunda Türkiye şampiyonu olduğunu hatırlayanlar var. Tenis kulübü kapandıktan sonra binası bir süre ‘Bahçeli Gençlik’ futbol takımı lokali, daha sonrasında ise yıkılana kadar langırt salonu olarak hizmet verdi.
Zevkli Sinema açık hava sineması (yazlık sinema) olarak yapılmıştı. Aslında iklim olarak Ege, Akdeniz gibi ılıman bölgelere daha uygun olan açık hava sinemaları için Ankara iyi bir seçim sayılmazdı. Ankara’da yazlık sinemalar, yaz ayları boyunca 2 ay verimli kullanılabiliyordu. Yine de Zevkli Sinema burada uzun yıllar varlığını sürdürmeyi başardı. Zevkli Sinema’nın tam olarak hangi yıl açıldığı konusunda kesin bir bilgiye ulaşamadım. Tahminen 40’lı yıllarda açılmış olduğunu düşünüyorum. 1953 tarihli bir hava fotoğrafında Zevkli Sinema ve yanındaki tenis kortları görüldüğüne göre, en azından 50’li yılların başından itibaren var olduğu söylenebilir. Zevkli sinemanın 50 metre kadar ilerisine, karakolun arka tarafına 1957 yılında Renkli Sinema adıyla kapalı bir sinema da açıldı.
1966 yılından itibaren uzun yıllar Bahçelievler semtinde oturmuş birisi olarak, Zevkli Sinema’ya her yaz gittiğimizi söyleyebilirim. Çocukken akasya ağaçlarına çıkıp bedava seyrettiklerimizin dışında ara sıra bilet alıp girdiğimiz de olurdu. Birbirine bitiştirilmiş tahta iskemlelerinde markasız belediye gazozları içtiğimizi ve sürekli çekirdek yediğimizi hatırlıyorum. Bu sinemada ilk yıllarda siyah-beyaz, sonraki yıllarda renkli filmler gösterilmeye başlamıştı. Hatta hiç unutmam; 1970 yılı yazında Yılmaz Güney’in ‘Umut’ filmine mahalleden yaklaşık 10-12 kişilik bir grup halinde gitmiştik. Zevkli Sinema 70’li yılların sonlarına doğru kapandı. Tenis kortlarının bulunduğu yere Emekli Sandığı binası yapıldı; Zevkli Sinema’nın yerine ise Migros Alışveriş Merkezi.

Renkli Sinema

Bahçelievler 3. Cadde’de, polis karakolunun hemen arkasında ‘Renkli Sinema’ adıyla bilinen Bahçelievler’in en eski kapalı sineması vardı. Renkli Sinema 1957 yılında açılmıştı. Açıldığı yıllarda Ankara’nın en modern sinemalarından biriydi. Sinemanın sahibi olan Tarık H. Koyutürk, Bahçelievler’in Jansen Planı uyarınca yapılan iki katlı evlerinden birinde oturuyordu. Robert Koleji Mühendislik Bölümü’nden 1934 yılında mezun olmuş, yurt dışında şehircilik üzerine master yapmıştı. Yurdun birçok yerinde yaptığı projeleri bulunan Koyutürk’ün Ankara’da Çubuk Barajı’nı yaptığı bilinmektedir. 1965 yılında İstanbul vergi rekortmeni olan Koyutürk, Garanti Bankası’nın ve Türk Eğitim Vakfı’nın da kurucuları arasındaydı. Bahçelievler’deki Renkli Sinema, 1957-1966 yılları arasında yaklaşık 10 yıl boyunca Tarık H. Koyutürk’ün sahipliğinde faaliyetlerini sürdürdü. 1966 yılında yandıktan sonra tekrar onarılmadı ve bir süre sonra yıkıldı (Tarık H. Koyutürk’ün sinemanın yanmasından 30 yıl sonra, 1996 yılında vefat ettiği biliniyor). Renkli Sinema’nın yerinde günümüzde Bahçelievler Telekom binası bulunuyor.
Renkli Sinema’nın mimari projesini, İTÜ 1945 yılı mezunlarından Yüksek mimar Naki Tınay yapmıştı. 1981 yılında kaybettiğimiz Naki Tınay’ın, Mebus Evleri ve Bahçelievler’de çok sayıda iki katlı evin de mimarı olduğu bilinmektedir. Günümüzde neredeyse örneği kalmamış olan bu evlerde, salonun yan cephelerine çıkıntılı olarak yapılmış ‘çiçeklik penceresi’nin onun özgün tasarımlarından olduğunu belirtmeliyim.
1957 yılında yayınlanan ‘Hayat’ dergilerinden birinde, 1957 yılında açıldığı belirtilen Renkli Sinema’nın o yıllarda Türkiye’nin en modern sineması olduğu belirtiliyor. Dergide, stilize edilmiş iki kuğu deseninin süslediği kadife perdesinin 11 metre yüksekliğe sahip olduğu ve perdenin yapımında 300 m kadife kumaş kullanıldığı yazılmış. Buradan perdenin boyunun yaklaşık 20 m kadar olduğu hesaplanabilir. Sinemanın ses sistemi 9 hoparlörden oluşuyormuş ve 1000 voltluk kapasiteye sahipmiş. Salon ve balkon şeklinde iki katlı olan sinemanın kaç kişilik olduğu konusunda bir bilgi yok. Ancak yaz-kış sabit 20 derece sıcaklıkta film izlenebildiği belirtildiğine göre klima ya da benzeri bir sisteme sahip olduğu düşünülebilir.
Renkli Sinema’nın hemen karşısında Bahçelievler’in en eski pastanelerinden ‘Figaro Pastanesi’ bulunuyordu. Film öncesi ya da sonrasında buraya uğramak adettendi. Ankara Cumhuriyet Lisesi ilk açıldığı yıllarda, Emek Mahallesi 4. Cadde üzerinde şimdiki adı ‘Bahçelievler Nebahat Keskin İlköğretim Okulu’ olan yerde hizmet veriyordu (Lise 1966 yılında bugünkü yerine taşındı). Renkli sinemanın önemli seyirci kitlesini, sinemaya çok yakın olan Cumhuriyet Lisesi öğrencileri oluştururdu.  1966 yılında Renkli Sinema’ya birkaç kez gittiğimi hatırlıyorum. Bu sinemada bir film bir hafta oynardı ve her pazartesi film değişirdi. Eğer film iyi gişe yapmışsa ikinci hafta da gösterimde kalırdı. Renkli Sinema, 27 Eylül 1966 tarihinde sabaha karşı yandı (Söylenene göre yandığında ‘Firavunun Laneti’ adlı film gösterimdeydi). Televizyonun yaygınlaşması ve sinema döneminin kapanmaya başlamasıyla birlikte yanan bina onarılmadı ve sonrasında da yıkıldı. Renkli Sinema’yı bugün yaşı 50’nin üzerinde olan az sayıdaki Ankaralının hatırlaması gerçekten üzücü.

Arı Sineması

Bir sinemanın açıldığı günden kapandığı güne kadar bütün anlarına tanıklık etmek ve neredeyse her oynayan filmi izlemiş bulunmak herkese nasip olmaz sanırım. Hele bu sinema Türkiye’nin en büyük sineması ise bu tanıklık daha da önem kazanır. Benim avantajım, sinemaya meraklı olmanın yanı sıra Arı Sineması’nın evimin çok yakınında bulunmasından kaynaklanıyor.    
Milli Kütüphane’nin yerinin boş bir alan olduğu dönemlerde burada “petrolün saha” adıyla bilinen bir futbol sahası vardı. Sahanın bir kenarında birileri turu 25 kuruşa mobilet kiralardı. Buraya “petrolün saha” denmesinin nedeni, alanın Eskişehir yolu ile kesiştiği köşede bir benzinliğin (Petrol Ofisi) bulunmasıydı. Emekli Albay Vasfi Özfiliz’e ait bu benzinlik, Milli Kütüphane yapılırken istimlak edilerek yıkıldı. Arı Sineması’nın açılacağını ilk kez petrolün sahada mahalle maçı yaparken duymuştum. “Karşısı sinema olacakmış” deniliyordu. O günden sonra sinemanın açılacağı günü heyecanla beklemeye başladık.
1969 yılı başında açılan Arı Sineması’nın adresi eski kaynaklarda “Bahçelievler Son Durak No: 169” olarak geçiyor. Günümüzde, ‘Wilhelm Thomsen’ adı verilmiş olan cadde üzerinde, Milli Kütüphane’nin karşısında bulunduğunu söyleyebilirim. Tarif vermek gerekirse, 7. Cadde’nin Akdeniz Caddesi ile kesiştiği noktadan yukarı doğru (batı yönüne) ilerlediğinizde bir blok sonra sinemanın önünde gelebilirsiniz. Tabii ki şu anda burada sinema yok. Sinemanın yerinde TRT Arı Stüdyosu bulunuyor. İsterseniz Arı Sineması’nın açılışını ve sonradan Arı Stüdyosu haline getirilişini kısaca anlatmaya başlayalım.

Açılış filmi: “San Sebastian’ın Topları”
Sinemanın açıldığı 1969 yılında ilkokulu bitirmiş ve ortaokula yeni başlamıştım. Sinemanın açıldığı gün, önünde büyük bir izdiham olmuştu. Bilet bulup girmek mümkün olmadı. Arı Sineması’nda oynayan ilk film, Türkçe adı “San Sebastian’ın Topları” olan, ‘La bataille de San Sebastian’ adlı 1968 yılı yapımı bir filmdi. Filmde başrolleri, Anthony Quinn, Charles Bronson ve Anjanette Comer gibi oyuncular paylaşmıştı. Arı Sineması, hep kaliteli yabancı filmler getirdi. Yabancı filmler dublajsız ve alt yazılı olarak oynatılırdı. Zaman içinde büyük konserlere, kongrelere, müzikallere de ev sahipliği yaptı.
Hiç unutmam; 1974 yılında Sophia Loren ve Richard Burton’un başrollerini paylaştığı “Il Viaggio” adlı filminin dünya galası, Arı Sineması’nda yapılmıştı. İtalyanların ünlü yönetmeni Vittorio De Sica’nın imzasını taşıyan film “Yolculuk” adıyla ülkemizde gösterilecekti. Sophia Loren ve eşi Carlo Ponti gala için Arı Sineması’na gelmişlerdi. Ben de İtalyanların bu ünlü yıldızını görebilmek için Arı Sineması önünde bekleyen kalabalığın arasına karışmıştım. Gala saat 21.00’deydi. Aynı saatlerde tek kanallı televizyonun fenomen dizisi “Kaçak” gösteriliyordu. İnsanlar Dr. Richard Kimble rolünde David Janssen’in oynadığı Kaçak’ı seyretmek ya da Sophia Loren’i görmek arasında kararsız kalmışlardı. Ama yine de Arı Sineması’nın önünde büyük bir kalabalık yığılmıştı. Kalabalık arasında bir espri dolaşıyordu; “Kaçak kaçmıyor ya…”
O gün başka birçok ünlünün de Arı Sineması’na gelişini izleme fırsatım olmuştu. Bunlar arasında, Zeki Müren, Ayla Algan ve Müjdat Gezen’i hatırlıyorum. Sophia Loren ve çevresindeki hatırlı kalabalık, sinemanın “Birinci” olarak adlandırılan en ön birkaç sırasına oturup filmi izlemişlerdi. Bu, bizim için şaşırtıcı bir durumdu. Çünkü bu koltuklar sinemanın en ucuz koltuklarıydı. Aradan bir yıl kadar geçmişti; Sydney Pollack’ın yönetmenliğini yaptığı, Robert Redford ile Faye Dunaway’in başrollerde oynadığı “Three Days Of The Condor” (Akbabanın Üç Günü) adlı filme gitmiştim. 1760 koltuk kapasiteli Arı Sineması’nda bilet bitmişti. Gişe görevlisi “sadece Birinci’de yer var” demişti. Ben de bilet alıp almamakta kararsız kalmıştım. Daha sonraki matinede şansımı denemeyi düşünürken görevli beni ikna edebilmek için “kardeşim, Sophia Loren bile kendi filmini birinciden izledi” demişti.

Zülfü Livaneli konseri

Arı Sineması ile ilgili anım çok fazla ama hepsini burada yazmak niyetinde değilim. Ancak, film dışında gittiğim ve beni çok etkileyen bir konseri anlatmak istiyorum. 1984 yılı sonu ya da 1985 yılı başlarıydı. Zülfü Livaneli bir konser için Ankara’ya Arı Sineması’na gelmişti. Uzun sürgün yıllarından sonra, önce İstanbul Şan Tiyatrosu’nda arkasından da Ankara’da konserler vermişti. 12 Eylül 1980 askeri darbesi malum, ülkede özgürlüğün kırıntısını dahi bırakmamıştı. Özellikle sol kesim ciddi sıkıntılar ve acılar yaşamıştı. Sokakta tanıdıklarımızla karşılaştığımızda selam vermekten korktuğumuz, insanların toplu olarak bulunduğu her türlü ortama girmekten çekindiğimiz, sustuğumuz, duymadığımız, her şeyi içimize attığımız sıkıntılı ve acılı günler geçirmiştik. 1984 yılı geldiğinde her şey düzelmemişti ama geleceğe biraz daha umutla bakabiliyorduk.
İşte böylesi bir dönemde Zülfü Livaneli, Ankara’ya konser vermeye gelmişti. Aslında konsere gitmeye karar vermek bile başlı başına bir cesaret işiydi. Ben bu anlamda katılımın nasıl olacağını çok merak ediyordum. Önceden biletimi almış ve konser saatinde sinemanın önüne gitmiştim. Niyetim, katılım çok az olursa dikkat çekmemek için konsere girmemek şeklindeydi. Sinemanın önüne geldiğimde şok olmuştum. Tam anlamıyla bir izdihamla karşılaşmıştım. Tüm biletler satılmış, dışarıda da ciddi bir kalabalık biletsiz kalmıştı. Konserde 1984 yılında yayınlanan ‘Ada’ plağından parçalar ağırlıktaydı. Bu plak sonrası Nokta Dergisi, Zülfü Livaneli’ye “Yılın müzisyeni” ödülü vermişti. Konserde, orkestra düzeni ve vokalistler kullanılması, eski sol konser geleneğinin değişime uğradığını gösteriyordu. Salonu tıka basa dolduran izleyicilerin heyecanını, ‘Özgürlük’ şarkısını bütün salon hep bir ağızdan söylerken yaşanılan coşkuyu ve gözümden akan yaşlara hakim olamayışımı unutmam mümkün değil.       

Sadece Ankara’nın değil, Türkiye’nin en büyük sineması
Ankara’da ilk sinemanın açıldığı 1920 yılından, Arı Sineması’nın açıldığı 1969 yılına kadar şehrin en büyük ve en modern sineması, tartışmasız Kızılay’daki Büyük Sinema olmuştu. 1550 koltuk kapasiteli Büyük Sinema’nın bu saltanatı, 1969 yılında 1760 koltuk sayısı ile Arı Sineması’nın açılışına kadar sürdü.
Arı Sineması’nın mimari projesini dönemin tanınmış mimarlarından Rahmi Bediz ve Demirtaş Kamçıl yaptılar. 1968 yılında onaylanan ve aynı yıl Mimarlar Odası Ankara Şubesi tarafından tescil edilen projede, sekreter üye olarak Yılmaz İnkaya’nın imzası bulunuyordu. Rahmi Bediz ve Demirtaş Kamçıl’ın Ankara’da 1952 yılında kurmuş oldukları mimarlık bürosu, 1980 yılına kadar yakından bildiğimiz birçok projeyi gerçekleştirdi. Bunlar arasında İsrail Evleri, MTA, TPAO, TRT Genel Müdürlük binası, Fransız Kültür, And Çarşısı, Onur Çarşısı, Moda Çarşısı, Soysal Han, Kuğulu Pasajı ve Arı Sineması sayılabilir.
12 bin metre kare inşaat alanı üzerine kurulmuş olan Arı Sineması binasının girişe göre hemen solunda zengin çeşidi ve oturma bölümüyle Arılar Pastanesi yer alıyordu.  İsteyen burada sinema saatine kadar vakit geçirebilir ve bir şeyler yiyip içebilirdi. Arı Sineması, kompleks mimari tasarımının yanı sıra iç düzenlemesiyle de dikkat çekiciydi. Sinemanın Balkon, Kulüp ve Salon şeklinde adlandırılan 3 katı vardı. Sinemaya giriş, bilet gişelerinin ve film tanıtım panolarının da bulunduğu bir ön bölümden yapılırdı. Bilet gişesinde dönen iki gözlü ahşap tabla bizim için oldukça yeniydi. Bir gözüne siz parayı koyardınız, diğer gözüne ise gişe görevlisi biletinizi koyardı. Tabla çevrildiğinde para ve bilet yer değiştirirdi. Böylece biletinizi aldıktan sonra kulüp adı verilen orta kattan sinemaya giriş yapabilirdiniz.
Sinema girişinde ve fuaye bölümünde duvarları seramik panolar süslerdi. Sinema girişinde yer alan pano Prof. Dr. Hamiye Çolakoğlu’nun, diğerleri ise seramik sanatçımız Cemil Eren’in eserleriydi. Fuaye bölümünde biri kulüp, diğeri salon kısmında iki küçük havuz bulunurdu. Dipleri parlak çakıl taşları ile doldurulmuş bu havuzlar şeffaf plastik bir madde ile kaplandıklarından, havuzun içi su dolu gibi dururdu. Arı Sineması’na gidip bu taşlara dokunmaya çalışmamış kişi sanırım yoktur. Oturma koltuklarının olduğu bölümlere, üzerinde “tekler” ve “çiftler” yazan iki ayrı kapıdan girilirdi. Tekler-çiftler meselesi, uzun yıllar bekarlar ya da evli ve sevgililer gibi yorumlanarak espri konusu yapılmıştı. Kapıların hemen arkasında ise fuaye bölümünden sızacak ışığı önlemek amacıyla bordo renkli kalın kadife perdeler bulunurdu.
Film başlamadan önce gong üç kez çalardı. İkincisinden sonra salonun ışıkları yavaş yavaş kararmaya ve renk değiştirmeye başlardı. Salonun tavanında bal peteğini çağrıştıracak şekilde yerleştirilmiş panellerden oluşan oldukça değişik ve ilginç bir aydınlatma sistemi vardı. Peteklerin renk değişimini izlemek başlı başına bir olaydı. Arkasından üzerinde Ziraat Bankası amblemi bulunan bal renkli büyük perde yavaş yavaş açılır ve film başlardı. Arı Sineması’nda filme geçilmeden önce Ziraat Bankası reklamı ve aynı banka tarafından hazırlanan haber kuşağı gösterilirdi. Reklam ve haber kuşağının fon müziği, Gioachino Rossini’nin ‘Sevil Beberi Operası’ uvertürüydü. Bu müzik kulağımıza o kadar yer etmişti ki, bugün bile bir yerde duysam aklıma hemen Ziraat Bankası ve Arı Sineması gelir.

Arı Sineması’ndan Arı Stüdyosu’na

Arı Sineması’nın içinde bulunduğu yapı topluluğu, Tarım Kredi Kooperatifleri Yardımlaşma Birliği Vakfı tarafından inşa edilmişti. Kooperatif, bu yapıyı kooperatifçilik eğitim sitesi olarak kurgulamıştı. Bu kurguya göre yapı topluluğu içinde sinema, tiyatro, düğün salonu, okul ve iş hanı gibi bölümler bulunuyordu. Yapı planlandığı gibi inşa edildi ancak planlandığı şekilde kullanılamadı.
Bunun nedeni, 1968 yılında Mithatpaşa Caddesi’ndeki binasında siyah-beyaz olarak yayına başlayan TRT’nin binaya talip olmasıydı. Kooperatif ve TRT yetkilileri arasında yapılan anlaşma sonrası binanın bir bölümü TRT’nin kullanımına verildi. Bir bölümünde Arı Sineması ve Arılar Pastanesi açıldı. Diğer bölümü ise kooperatifin kullanımında kaldı. TRT’ye verilen bölümde bulunan tiyatro, işlev değişikliği ile stüdyoya dönüştürüldü. Başlangıçta adı Arı Stüdyosu olan bu bölümün adı, 1974 yılında Orkut Stüdyosu olarak değiştirildi. Komplekste yer alan diğer bölümlerden işhanı, Tarım Kredi Kooperatifleri Genel Müdürlüğü olarak kullanıldı. Günümüzde de aynı amaçla kullanılmaktadır. Kompleksin Arı Sineması olan bölümü son yıllarda kan kaybetmekle birlikte 1968 yılından 1985 yılına kadar sinema olarak varlığını sürdürdü. Arı Sineması, sinema sektörünün krize girdiği 1970’li yıllardan kısa süre önce açılmış olmasına karşın getirdiği kaliteli filmler ve son yıllarında da konserler sayesinde dayanabildi. 1985 yılı bitiminde TRT tarafından 49 yıllığına kiralanarak stüdyoya dönüştürüldü ve Arı Stüdyosu adıyla kullanıma açıldı. Stüdyoya dönüştürülme sırasında sinemanın mimari özelliklerinin korunduğu bilinmektedir. Arılar Pastanesi ise yanlış hatırlamıyorsam sinemanın kapanması sonrasında 7. Cadde üzerine taşındı. Pastanenin yerinde günümüzde Tarım Kredi Kooperatifleri Yardımlaşma Birliği Merkezi bulunmaktadır.

Bahçelievler Dedeman Sineması

“Akay Dedeman” ve “Bahçelievler Dedeman” adlarıyla bilinen Dedeman Sinemaları, 1971 yılı ortalarında açıldılar. Akay Dedeman, Bakanlıklar semtinde Akay Caddesi üzerinde bulunuyordu ve 1500 kişi kapasiteliydi. Burada filmlerin yanı sıra sık sık konserler de düzenlenirdi. Edip Akbayram, Nilüfer ve Cem Karaca konserlerini hatırlıyorum. Bu sinemada seyrettiğim filmler arasında Stanley Kubrick’in “2001 Uzay Macerası” filminden çok etkilenmiştim. Kapıdaki kalabalık hala gözümün önündedir. Akay Dedeman Sineması 70’li yılların ortalarından sonra kapandı. Yeri, önce gazino, sonra bar ve en son olarak da hastane binasına dönüştürüldü.
Bahçelievler’de bulunan Bahçelievler Dedeman Sineması 1400 kişilikti. Bahçelievler 3. Cadde No: 38-41 adresinde bulunan sinema, sinema sektörünün krize girdiği dönemde açılması ve aynı semtte Arı Sineması gibi güçlü bir rakibi bulunmasına karşın varlığını bir süre devam ettirmeyi başardı. Bu sinemaya gelen filmleri de kaçırmamaya çalıştığımı hatırlıyorum. Hatta bir keresinde Levent Kırca bir arkadaşıyla film izlemeye gelmiş ve tesadüf eseri önümdeki koltukta oturmuştu. Sinemanın tam olarak hangi tarihte kapandığını hatırlamıyorum. Tahminen 70’li yılların ortasında olmalı. Sinema binası bir süre kapalı kaldı. Bir ara MHP’ye bağlı kültür merkezi gibi kullanıldı. 1980 sonrası burası kapatıldıktan sonra sinema binası uzun süre boş kaldı. Daha sonra restore edilerek Bahçelievler On Sineması adı altında 2000’li yılların başında tekrar açıldı. Alt katı bowling salonu olan Bahçelievler On Sineması da uzun soluklu olamadı. Ankara’da ve Türkiye genelindeki çok sayıda sinemanın da sahibi olan Tüze Grup burayı aldı ve Bahçelievler Tüze On Sineması adıyla işletmeye başladı. Tüze Grup, 2007 yılında Avşar Film ile ortak oldu. Ancak geçirdiği ekonomik kriz sonrasında 2008 yılında sinema sektöründen çekildi. Bahçelievler Tüze On Sineması da aynı yıl kapandı.  

Yazan: Yavuz İşçen, Ocak 2013 Ankara
Kaynak: http://yavuziscen.blogspot.com
e-mail: yavuziscen@gmail.com

Notlar
1)    Bahçelievler’de cadde ve sokak isimleri son yıllarda değiştirildi. İsimlerle bu şekilde oynanmasını doğru bulmuyorum. Bu nedenle makalemde bilinçli olarak eski isimleri kullandım. Merak edenler için; Bahçelievler 7. Cadde (Aşkabat Caddesi), Bahçelievler 3. Cadde (Azerbeycan Caddesi), Bahçelievler 29. Sokak (61. Sokak), Bahçelievler 18. Sokak (66. Sokak), Emek Mahallesi 4. Cadde (Kazakistan Caddesi).
2)    Bahçelievler 18. Sokak’ta bulunan İrfan Demirkol’un sahibi olduğu Büyülü Fener Sineması’nı yeni bir sinema olduğu için makale kapsamı dışında bıraktım. Bu sinema şu anda Bahçelievler’de faal olan tek sinemadır.



27 Ocak 2014 Pazartesi

İHTİYAR MISIRCI - DÜŞ HEKİMİ YALÇIN ERGİR'DEN

ihtiyar mısırcı ve sürpriziniz

Küba;
            1951.

İhtiyar Santiago, tam seksen dört gündür hiç balık tutamamış, bir kulübede yaşayan yoksul bir balıkçıdır, Ernest Hemingway’ın “İhtiyar Adam ve Deniz” kitabında.

Bir de çocuk yardımcısı vardır: Manolin.

Ama Manolin’in ailesi, Santiago sahile bu kadar uzun süre eli boş döndüğü için onun talihsizliğine inanarak, çocuklarını başka bir balıkçı teknesine vermiştir. Yine de Manolin ailesinden gizli gizli Santiago’nun yanına gelmektedir.

Santiago artık kararlıdır; küreklere asılacak, okyanusa açılacak,
Gulf Stream’in sıcak sularında şansını deneyecektir.

Başında hasır şapka; şafak sökerken vedalaşır, kendisine yem olsun diye istavrit veren Manolin’le.

Çok açıklarda, ihtiyarlığıyla bir başına, palamut yakalar Santiago.

Bu kez palamudu yem yapar. Derken büyük bir kuvvetin oltaya vurduğunu görür; anlamakta da gecikmez –
hayatının en ağır balığı zokayı yutmuştur.

Ve büyük bir mücadele başlar karanın gözükmediği okyanus sularında. Belki de beş yüz – altı yüz kiloluk bir balık sürüklemektedir küçük teknesini.

Gece geçer,

gün geçer,

bu ölüm kalım mücadelesi devam eder.

Derken gevşer olta,
yakaladığı balık teslim olmaktadır ve görür onu:


Boyu teknesinden de uzun koca kılıç balığı bağlı olarak, sanki yanında Manolin varmış gibi konuşa konuşa, göremediği karaya doğru kürek çekmektedir ihtiyar kollarıyla.

Köpek balıkları gelir bu kanlı ava ve bir büyük mücadele de onlarla başlar okyanusun ortasında. Mızrak gibi sopasıyla öldürebilse de tekini, diğerleri yemektedir, teknesiyle çektiği hayatının avını.

Kılıç Balığı’ndan geriye bir tek iskeleti kalmıştır kıyıya vardığında.

Bütün balıkçılar, bütün kasaba halkı hayretle bakmaktadır kıyıdaki tekneye bağlı koca balık iskeletine;

ihtiyar balıkçı çocukluk düşlerine,
bir Afrika plajındaki beyaz aslanları görmeye,
belki de bir daha hiç uyanmamacasına, kulübesine uyumaya gittiğinde…

Nedense, İhtiyar Adam ve Deniz’in bu derin izleri gelmişti gözlerimin önüne; Ankara - Emek Mahallesi,
25. Sokak ile 19. Sokak’ın kesiştiği köşede mısır satan,
o ihtiyar adamı gördüğümde.
Belki yirmi beş, belki de otuz senedir, her gün Altındağ’daki gecekondusundan gelip,
sabah 7:30’dan - 17:30’a, patlamış mısır satıyordu
o sokağın köşesinde.

        

Kim bilir ihtiyar yüreğiyle nasıl bir mücadele vardı bu okyanusun ortasında.

Sohbete başladık ve 1 liralık mısır aldım; ayrılırken de:

-Amca; inan bana, çok güzellikler bekliyor seni…    dedim kendisine.

Çok duymuştum ama,
hayatımda bu kadar yürekten:

-Allah’a emanet ol;
 Allah’a emanet ol…   ’u,
-
belki bir tek annemden,
belki bir tek babamdan duymuştum öncesinde.

Şimdi bir düşüm var:

“Bir büyük sürpriz yapmak” İhtiyar Mısırcı”ya.


22 Haziran Salı günü – 27 Haziran Pazar günleri arasında herhangi bir gün,
belki öğlen tatilinde, belki bir çıkışta, belki sevgi’yle buluşmada, yolumuzu Emek’e - “İhtiyar Mısırcı”ya düşürelim

ve mısır alalım kendisinden.

“Hiç” bahsetmeyelim bu planımızdan kendisine;

onca köpek balığının arasından,
son derece şaşırmış, son derece sevinmiş dönsün evine.

Bir hatıra fotoğrafı çekerseniz bana da gönderin,
ya da yazın bana o an hissettiklerinizi;

ben de sayfamda paylaşayım 27 Haziran’dan sonra,
bir ortak güzelliğe, bir küçük mutluluğa ortak olmanın büyük izlerini.

Bir Alış – Veriş Merkezi’ne değil;
bir İhtiyar Mısırcı’nın ekmek teknesine
gidiyor muyuz?
Bol kuvvet;
    yüreğinize -
           küreğinize…

düş hekimi yalçın ergir     -      21 haziran 2010

AZERİ TURŞUCUSU 1970


Nur Hatipoğlu Othan 
"Benim hatirimda olan suanki mado.un yerinde olan Çesit bakkaliyesiydi ozamanin büyük bakkaliydi sonraki yıllarda ilaveten çeşitli turşular satmaya başladı ve sonraki yıllarda bakkaliye kapandı yanılmıyorsam ordan biri .Azeri Turşucusu adı altında yaninidaki kucuk dükkanı isletti yıllarca "

Nurdan Ömeroğlu Atasoy  
"Turşu suyu da içilirdi. "

Gülçin Baydur 
 "Azeri turşucunun önünden o güzel turşu suyunu çmeden geçmezdim...hatta kızı vardı..hicrandı adı...uzun yıllar oldu..."

Tuğrul Turhan  
"Emek 10. caddede otururken çok turşu aldım Azeriden, tek katlı yatay eski binanın yerinde şimdi Mado var evet. Azeri tam karşı çaprazda turşuculuğa devam ediyordu bir kaç yıl öncesine kadar, hala aynı yerde mi bilmiyorum...Bir de aklıma gelmişken, Azeri turşucusunun yanındaki sokağa girdiğinizde 50 metre ileride yol ayrımının köşesinde mısır patlatıp satan bir amca dururdu. hatırlayan var mı? "

Tarkan Vardaryildiz 
"Adı İsrafil'di. Komşu esnaflar azrail diye çağırırdı şimdi devretti karşı kaldırım çapraz aşagıya taşındı ama ne turşusu eskisi gibi keyifli ne de turşu suyu ne de kendi yüzü."

TC Meltem Sayılgan Keskinel  
"Okul cikisinda ugrar deli gibi tursu suyu icerdik, ne lezzetliydi "


Fatma Çiftçi 
"Çocukluğumun vazgeçilmeziydi.Okul çıkışı turşu suyu içmeden eve gitmezdik."

Orhan Tugtas  
"Okul çıkışı turşu suyu içer 64.cü sokaktan eve giderdik. "


Güler Aytan Gözgözoğlu 
"Cumhuriyet den çıkınca eve giderken bir bardak turşu suyu içerdik."

Meltem Kant  
"Her gün okul çıkışı bir bardak turşu suyu içmeden eve gidilmezdi "


Orhan Tugtas 
"Turşu suyunu ahşap bir fıçının içinden musluğu açarak doldururdu.En son turşu suyunu 1 TL.ye içtiğimi anımsıyorum."

Aynur Karatepe 
"Hatırlıyorum okuldan kacar 4 cadde ye gider turşu suyu içerdik ne güzeldi o suyun tadı. İlk onda görmüştüm yumurta turşusunu haaa bide karşısında şişman dondurmacı vardi hatırlayan varmış"


Gulgun Isiner 
"Enfes turşularrr anacım babacım alırlardı afiyetle yerdik"

Erdal Kılıç 
"Okul cıkısında tursu suyu ıcmeye gıderdık her gün


Suna Bilgen Polat
"Sahibi İsfendiyer Bey idi galiba, önceleri turşucunun yanındaki bakkalı işletirdi, sonra turşucuyu açtı. Birde hemen aynı alçak binanın sokağa girilen kısmında manav Nuri vardı. şişko manav derdik biz ona,baba-oğul çalışırlardı. Yanında Marangoz Şevki Usta'nın dükkanı....bizim evin mutfağını, evin tüm doalplarını yapmıştı.."


Berkan Soylemez Taşkın 
"Tarifi bile Azeri Turşucunun orada diye verirdik herkez bilirdi cünkü"

Aysegul Ekin  
"Evet ne guzelde tursuları vardı ya tursu suyu harıka idi "


Senol Ulu  

"Azeri Turşucunun sahipleri ermeni asıllı tuhafiyecilerdi. İstanbul'a taşındılar, o araziyi şimdilerde revaçta olan bir müteahhit Mehmet Çakır aldı ve yeni bina yaptı. Altında banka ve Mado pastanesi var.. Satışında aracılık ettim"

Özlem Şalva  
"Bir bardajk tursu suyu icinde bir adet salatalik..ne güzeldi tadı "

Murat Kaya
"Eski ismiyle 4 caddenin başında iş bankasının yanında kuaför Erdal , onun yanında stüdyo Beyazıt vardı , rahmetli babamın müşterisi varmıdır burda acaba ... Rahmetli Cenk Koray'ın annesi ve Levent kırcanın annesi babamın müşteri idi ... İsrail evleri cadde boyu , 8 . Caddede tusan blokları ve 8. Caddenin girişinde kocaman bir park vardı , bütün o caddelerin abileri basketbol oynardı orda sabahtan akşama kadar :))) ne güzeldi o zamanlar"


Hamdi Sarıkaya
"Çok turşusunu yedim çok turşu suyunu içtim"


Osman Nuri Yabancı
AZERİ TURSUCU 1970 li yillarda 76-C de kurulan muessesonin temeli 76-A AZRRİ Gidada bİsrafil KESKİNtarafindan atild.iNasil oldu diyeceksiniz yan tarafta bizim su isletmesi var ve su sadce DAMACANA larda satiliyor ve hergun bir iki damacana kirilir yani PASABAHCEye hizmet veriyoruz .İsrafil amca tombis damanakirilan ust kisimlarino ve alt kisimlarindan su an bildigimiz akyarvumlar iconde tursubsatmaya basladi bakkal ekmekten fazla tursu satinca AZERİ TURSUCU dogdu sonrasinda Bursa GEDELEK koyu (Ankara nin cuk ilcesi) sakinlaerinden Asim GULEC tarafindan isletilen dukkan simdilerde 4cadde no 71 de Fahri OZ ve kardesleri tarafindan hizmete devam ediyor.