Santo Cafe

1970-1983 arasında o bölgede emek Bahçeli arasında çok popüler cafe diyelim . Çok güzel anılar olan gençlerin okul öncesi sonrası veya Cmt pazar mutlaka uğradıkları buluşma noktası sohbet ve muhabbet in canlı olduğu yer

Azeri Turşucusu

Bu mahallede en çok bilinen esnaflarımızdan birisi, buraya yolu düşüpte Azeri Turşucusundan turşu suyu içmemiş kimse olduğunu sanmıyoruz.

Şişman Pastanesi

Bir dönem Emek -Bahçelide oturan herkesin boğazından Azerinin turşu suyu, Şişman'ın maraş dondurması geçmiş. Geçmese zaten Emek-Bahçelide yaşamamıştır

Eser Sitesi

1960 lı yılların en başı Emek İnşaat Emekli Sandığı çalışanları için Ankara'daki ilk siteyi inşaa ettiriyor.

İsrailevleri

Emek'teki İsrailevleri'ne, İsrailli bir firmaya ait olmasından dolayı bu isim verilmiştir. İsrailevleri'nin 1953'te milletvekilleri ve üst düzey bürokratlarının kurduğu bir kooperatif olduğu kitaplarda yazar. Kooperatifin ilk adı Dikmen Yapı Kooperatifi'dir.

Kıraner Evi

Çankaya İlçesi Bahçelievler Mahallesi’nde bulunan Kıraner Evi, 1960’lı yıllarda üretilen müstakil konutlar içerisinde mekân zenginliği, açık plan anlayışı, özgün malzeme kullanımı ve cephe düzeni ile önemli bir yere sahiptir. Toplam 700 m2’lik alan kullanımı olan yapının tasarımınınn kime bilimemektedir.

Yeşiltepe (Yıldız) Blokları

Avrupa'da görülen ART DECO mimarisinin çok güzel bir yansımasıdır. Cumhuriyet Dönemi Türk Mimarlığının çağdaş mimarlık normlarını da kullanarak yeni bir ulusal mimarlık üslubu oluşturma çabasının en güzel örneklerindendir.

Arı Sineması

Sadece Ankara’nın değil, Türkiye’nin en büyük sineması Ankara’da ilk sinemanın açıldığı 1920 yılından, Arı Sineması’nın açıldığı 1969 yılına kadar şehrin en büyük ve en modern sineması, tartışmasız Kızılay’daki Büyük Sinema olmuştu. 1550 koltuk kapasiteli Büyük Sinema’nın bu saltanatı, 1969 yılında 1760 koltuk sayısı ile Arı Sineması’nın açılışına kadar sürdü.

30 Aralık 2012 Pazar

2013 E MERHABA







Her yeni yıla girerken, arzu edilen istekler, dilekler sıralanır da sıralanır. Tüm sevilenlere ve tüm sevdiklerimize iyi dileklerimizi iletiriz.
Bu davranışlar robotlaşmış. Ama olmazsa olmaz davranış biçimlerimizdendir.Dileyenede, dilenenide keyiflendiren, mutlu eden davranış biçimidir.

Bir de hayatımız da  çok önemli yerler işgal eden sevdiklerimiz vardır ki bunlar da evletlarımızdır.
Onlar için çıldırırız. Deliye döneriz. Onarın mutlulukları ile besleniriz adeta. Başarıları 100 yıl boyutunda yılbaşı armağanıdır bize.
Bir telefonu mutlu olmamız yeterlidir aslın da.
Gelmez o telefon onlardan,
Yılbaşımızın keyfi kaçar.
Buruluruz.
Kalabalıkta yanlızlaşırız.
Yağacak bir bulut oluruz.
Hoş bu sadece Yılbaşı için de geçerli değildir. Tüm özel ve anlam taşıyan günler için geçerlidir.
Ama yılbaşları nedense daha bir başkadır. Nasıl girerseniz öyle geçer ya yeni yılınız.
O telefondan ayrılmaz gözünüz.
Kulağınız o telefondan gelecek zil sesine öyle muhtaçtır ki o günde;
Mağrur duruşunuz her daim dışarıya öyle görünsede, içiniz öyle değildir.
İçin için sızılarınız artar.
Saat 24,00 de olmuştur. Uzun ince yolun bir senelik yolunu daha geride bırakmışızdır.
Her dakika bundan sonra geri sayımdır adeta bizim için.
O telefonu çaldırmak
İşte bu hisleri anında temizleyeceği için çok önemlidir.
O telefonu çaldırmak
O yılı huzur ve mutlulukla geçireceğinin habercisidir.
İşte o telefonu çaldırmak bunun için çok önemldir.

Haydi o telefonu çaldırmak.
O numarayı çaldırmak için hareketlen.
Vicdan azabından kurtulmak için.
Mutluluğu hak etmiş tüm gözü yaşlıların, göz yaşlarını kurutmak için.
Kimsesiz,kimse bırakmadan

geçmişi, geçmişe teslim ederek;
Sarıl haydi o telefona.

TÜM GÜZELLİKLERİ KUCAKLAYARAK
GÖZ YAŞLARINI KURUTARAK
SAĞLIKLI, MUTLU YILLAR YAŞAMAK
HER KESİN HAKKIDIR.

MUTLU YILLAR

Ömür TOKELLİ

31/12/2012  SAAT :02,00

ŞİDDET




Şiddet, insanın olduğu her yerde sonuca ulaşmak adına fütursuzca kullanılan eylem biçimidir.
Bu tarif ne kadar doğrudur, Şöyle bir sorgulayalım dedim.
Günümüzde en çok duyduğumuz şekil,
Aile içi şiddet; Kocanın karısına uyguladığı şiddet. Kadına yapılan zulumler, sokak ortasında dayaklar. Bıçaklamalar, silahla yaralamalar, hatta öldürmeler.
Kadınların kocalarına uyguladıkları şiddet. Oklava hikayeleri meşhurdur. Ama bununla sınırlı değildir. Erkekler pek dillendiremezler mahalle baskısı yüzünden aslında ama, kocaların yediği dayaklar da azımsanmayacak kadar çoktur. Buna ilaveten kadınların evliliklerde çokça yapageldikleri " sen de adam mısın? " "senin gibi koca olmaz olsun," vs. tarzındaki cümlelerde de şiddetin bir başka boyutudur.
Babaların ve annelerin çocuklara karşı uyguladıkları şiddet, anlatmakla bitmez. Boyutlarına göre sıralanır da sıralanır aslında.
Çocukların, annelerine ve babalarına karşı uyguladıkları şiddet... derslerine çalışmamakla başlar, anne ve babaları çıldırtma boyutuna getirene kadar uyguladıkları istekler,olmayacak talepler ve ebeveyni zorda bırakacak toplum içerisindeki ifadeler.... vs..
Sabah ve akşam işe gidip gelirken yapılan yolculuklarda yaşanılan şiddet;
Büyükşehirlerde sıkça yaşanılan, toplu taşıma araçlarına binip inerken karşılıklı olarak uygulanan şiddet.
Yolda bir yerden bir yere yürüyerek giderken çarpma sonucu çarpışan kişiler arasında birbirlerine  karşı uyguladıkları sözlü yada kaba kuvvetli şiddet.
İş yerinde yaşanılan şiddet;
Şef,  altında çalışanına,  müdür yardımcısı, şefe, müdür, müdür yardımcısına, patron, müdüre, müşteri, müşteri temsilcisine, vs vs vs  sürekli farklı oranlarda mutlaka şiddet uygularlar günlük yaşam içinde.
Trafikte yaşanılan şiddet;
Yollarda şöförlerin birbirlerine karşı yaptıkları şiddet eylemleri de bir hayli fazladır.
Magandaların çevrelerine uyguladıkları şiddet;
Milli tekvandocumuz, arabasını düzgün park etmesini istediği komşusu tarafından öldürüldüğü gerçeği en yakın hatırlayabileceğimiz şiddet eylemi değil midir?
Bu kadar yazınca, neredeyse hayatımızın bir gününde, 18 saatini uyanık geçirdiğimizi düşünelim. İnsanoğlu, neredeyse yaşamıyor da sürekli şiddet uyguluyor yada şiddete maruz kalıyor. Eğer, her dakikamız bu boyutta ise, durum son derece vahim aslın da.
Biz gerçekten bu kadar şiddetin ne kadarın da varız. Hangi boyutunda, ne oranda bu duruma tanıklık ediyor,  yada birebir yaşıyoruz. Bu durumların ne kadarının farkındayız.
Bu yaşam biçimini isteyerek mi? yoksa istem dışımı yaşamak zorunda kaldığımızı sorguluyordum.
İnanın bana insanoğlu ciddi bir travma geçiriyor. Ben buna inandım dostlar. İnsanoğlunun %99 unun terapiye, eğitime ve öfke kontrolüne ihtiyacı var. Hoşgörülü olmaya, Karısındaki insanlara da saygı gösermeyi öğrenmeye ihtiyacı var.
Yüksek sesle konuşma biçimi de şiddet uygulamanın başka bir biçimi değilmidir? Genel de, kimsenin kısık ve sakin bir şekilde kendini ifade edemediği gerçeği kendini ciddi şekilde ortaya çıkarıyor.
Egolar bitip tükenmeyen bir fitursuzluk içinde. Gayret ve çabalar şuursuzlukla yön çiziyor yaşamın akışında. Şaşırmaya gerek bile yok. Sonuç ve en kısa birim zamanda sonuca ulaşma sevdası; insanoğlunun şiddet uygulayarak, sonuca ulaştığını zannettiği, kendini kandırdığı gerçeğini gözler önüne seriyor.
İnsan olmanın farkındalıklarını ve ihtiyacımz olan hoşgörü ve başkalarına karşı saygı göstermenin önemini bilelim ve yerine getiren insanlardan olalım.

NE MUTLU, BEN İNSANIM DİYEBİLENE......

ÖMÜR TOKELLİ
31/12/2012   SAAT : 00:48

2.KAHVALTIMIZ

Merhaba Dostlar

3 aylık bir aradan sonra tekrar bir araya geldik. Nasıl da özlemişiz birbirimizi. Bu sefer toplantımızda yeni yüzler vardı. Sayımız azdı ama ne yapalım burası İstanbul ha deyince toplanamıyoruz ki. O yaka mı bu yaka mı derken sevgili Can Futacı bize bir öneri getirdi. Biz de kendimizi Mecidiyeköy'de Çevre Pastane'sinde bulduk. Biraz maceralı bir yolculuk geçirdik ve Mecidiyeköy'ün her sokağını öğrendik ama olsun dostlarla buluşacağız... buna değer :)

 Dedim ya yeni yüzler vardı bu toplantıda. Sevgili Ertan Seber ve güzel gözlü eşi Hatice hanım, sevgili Feride Karaabalı, sevgili Volkan Erkan, sevgili Can Futacı ile tanıştığıma çok sevindim. Mekan ve kahvaltı çok güzel ve çok şıktı. Muhabbeti ve sıcaklığı ise tarif bile edemem. Gelemeyenler çok şey kaçırdı söylemem lazım.

Mekana ilk gelen Can Futacı ve tabiiki, her zamanki gibi, İbrahim Oğan'dı. :) Ferda ve ben organizatör olmamıza rağmen ilk gidenler sıfatına giremiyoruz bir türlü. Sağolsun İbrahim abi yokluğumuzu aratmıyor. Ocak ayında yapılacak olan Ankara kahvaltısına gelemeyeceğini söylüyor ama herkesten önce orada olursa hiiç şaşırmam doğrusu :)

Yemekler yenildi, sohbetler edildi, kahkahalar bolca havalarda gezdi. Personel çok alakalı ve çok güler yüzlüydü. Kısacası her zamanki gibi sıcak, samimi, kaliteli bir gün geçirdik.

E bizim grup biraz delidolu, biraz maceraperest olunca etkinlik içine etkinlik sığdırdık ve HAYDİ dedik TARİHİ VEFA BOZACISINA GİDİYORUUUZ . Ben, Ferda, Teyzoşlar (Ayfer ve Aynur ablalar.. Biz onlara kısaca Teyzoşlar diyoruz), Ömür, Uğur (kendisi oğlum olur), Aydan, Ertan abi, Hatice abla, Volkan atladık arabalara gittik bozacıya. Diğerlerinin işi vardı bir başka sefere dediler.

Bizim arabada Teyzoşlar, Ferda, Ben ve Ömür olunca tabiiki fasılsız bir yolculuk düşünülemez. İki adım da olsa gidilecek yer illa şarkı türkü olur. Diğer arabada ise Aydan vardı ve uçak kovalamışlar onun için biraz rötarlı geldiler :) Neyse lafı uzatmayayım. Tam kapıdan içeri gireceğiz bir baktık ki Uğur DÜNDAR da girmek üzere içeri.. Ee biz durur muyuz haydi fotoğraf çektirelim diye başladık ama kim çağıracak??  Teyzoşlardan Aynur abla Uğur Beey Uğur Beey diye bağırdıkça benim oğlum olan Uğur Efendiiiim diye sesleniyor. aldı mı bizi bir gülme :)) O esnada Teyzoşların Ayfer olanı eline bastonunu alıp bir hamlede soluğu Uğur Dündar'ın yanında aldı. Kendini ve grubumuzu tanıtmaya çalışırken adamcağızın genzine tarçın kaçtı ve başladı öksürmeye. Ayfer abla bir yandan sırtına vurup helal helal derken diğer yandan fotoğraf çektirmeye ikna etmeye çalışıyordu. Manzarayı görmeliydiniz :))) Neyse aramıza aldık Uğur Dündar'ı ve resimimizi çektirdik. Laf aramızda yaşlanmış olmasına rağmen hala çok yakışıklıydı :)

Daha sonra bozalarımızı içerken mekanı incelemeye başladık. Gidemeyenlere kısaca bahsedeyim. Bu mekan 1876 senesinden beri aynı yerde. Yerdeki taşlardan masalara kadar hiçbir dekor değişmemiş. Öyle ki insanların girip çıkmasından kapı eşiği aşınmış. Ve bizim için en önemli dekor, ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'de bu mekanda boza içmiş ve bardağını bir fanus içinde segiliyorlar. Gerçekten çok güzel ve ilginç bir gün geçirdik. Yine yüzlerimizde kocaman bir gülümseme ile ayrıldık. Şubat ayında da bir gece yapacağız bakalım.

Bu arada 20 Ocak'ta Ana Kara'ya gidip oradaki dostlar ile yüzyüze kahvaltı edeceğiz. Ankara-İstanbul-Adapazarı- Antalya Büyük Vuslat.
 Hepinizi Bekliyoruzz :))

Işıl TOKELLİ



MUTLU YILLAR EMEK BAHÇELİ

 
2013 yılında yine birlikte olcağız..
 
M U T L U   Y I L L A R...

 Bu gün dünyayı istediğin bir renge boya
Rengârenk batan günü al karşına
Bir renk de kendinden kat
Çocuklar gibi saf, temiz ve berrak
Kapat gözlerini bir hikâye yarat
Vazgeçme hissedilir biraz da sıcaklığını kat
Kalbindeki elleri bırakma sıkıca tut
... Çünkü varlıktır sevgiye en güzel kanıt
Yalnızlığın saltanatını sür, sür ama
... Birikmiş sevginden, herkese bir parça ver
Bir tebrik, bir arama bin umuttur insana
Mutlu yıllar, mutlu yıllar sana …

Can YÜCEL

26 Aralık 2012 Çarşamba

4. GELENEKSEL YENİ YIL ETKİNLİĞİMİZ

21 Aralık da Kıyamet kopacak dediler. Baktık kopmadı, Hale Jale bütün mahalle bir araya geldik (tam 76 kişi) kıyameti 22 Aralık gecesi biz kopardık.
 
 
Şaka bir yana o gece mahallemizin güzel insanlarının coşkulu katılımları ile hem güzel bir yemek yedik hem her sene olduğu gibi kırmızılarımızı giydik hem de hediyelerimizi birbirimize verdik.

Gece boyunca çok guzel sohbetler ettik ve hep birlikte oynadık, çok eğlendik. Sevgili Hakkı Çorogil yine muhteşem bir geceye imzasını atmış oldu.

Bir yeni yıla daha birlikte girmiş olduk. O gece aramıza ilk defa katılan pek çok dostumuz oldu. Biz onları görmekten onlar bizi görmekten son derece mutluyduk..

Aynı mahallede yaşamış, büyümüş olsak da birlikte olma şansını bugüne kadar kaçırdığımız, tanımaktan mahrum kaldığımız bütün mahallelerimizi bu etkinlikler sayesinde tek tek tanıyor ve dostluğumuzu büyütmeye devam ediyoruz.

İyi ki varsınız Emek Bahçeli Dostları :)


Aylin Kosovaeri Şahin







11 Aralık 2012 Salı

MUTLULUK



MUTLULUK


Dünyanın en güzel duygusu, hiç bir şeyin yerini dolduramıyacağı ender duygulardan. gerçi hiç bir duygunun yerini hiç bir duygu alamaz. En sevdiğimiz duygu olduğu konusunda hepimiz hem fikiriz.
Başardığımızda
doğurduğumuzda
evlendiğimizde
sevdiğimizde
yürüdüğümüzde
koştuğumuzda
hastalığıımızı yendiğimizde
konuşmaya başladığımızda
gol attığımızda
ev aldığımızda uçtuğumuz da
vs. vs vs vs .........
sonuç olarak mutlu olmak için o kadar çok sebep üretebiliyoruz ki.
madem mutlu olmaktan hoşumuza gidiyor. en sevdiğimiz duygunun başın da mutluluk geliyor. Neden diğer duyguların bu en sevdiğimiz duygumuzun üzerine geçmesine müsade ederiz ki. İnsanoğlu olarak bizde üzerimize düşen görevleri yerine getirebilirsek daha sağlıklı sonuçlara ulaşabiliriz. Sonuç olarak
MUTLU OLURUZ.
O zaman beklemeye gerek yok; İnsanlık için mutlu olmaya gereksinim var. Hoşgörülü olmak, kendimizle barışıl olmak, barışı savunmak, sevecen olmak , yardım sever olmak, iyi niyetli olmak bu yolun başlangıç noktaları. Haydi uzatın elinizi, MUTLULUK ZİNCİRİNİ hep beraber oluşturalım.
MUTLULUK YAŞAM BİÇİMİNİZ OLSUN.


 

MUTLULUĞUN REÇETESİ
Mutlu olmak için para mı gerekli
Senin sadece merhaban yeter
Sadece yüzünün tebessümü
Dünyaları almaya, bedelsiz yeter.
Ne para ne de pul
Bunlar boş şeyler
En büyük zenginlik içten gelendir.
Yürekten söylenen bir içten" canım"
Dünyaya bedeldir.
Sanırmısın  hayat parayla döner
Canını emanet eder.
Vefa insanın en güzel yanıdır.
Hiçbir zenginlik insan olmaktan güzel değildir.
Hangi kefene  cep konulmuş ki
Parayla anılan insan dır denmiş
Parasını pulunu paylaştıysa eğer
Onun  sevabıdır kişiyi  insan eder.
Darlık ta varlık ta insanlar için
Boş hayaller  hamamlar yatlar saraylar
Kim hayır der nefsi arzulara
Nefsini  hakim ol insan desinler.
Hayatta kimseye görgüsüz dedirtmedim.
Varsa da yoksa da belli etmedim.
Ne aç yattım nede hissettim.
En zengin yanım içimdir benim.
Paraya pula tamah etmedim.
Onsuz olmadığını da elbet bilirim.
Yetecek kadar her zaman istedim.
Rahat yaşamayı da artık özledim.
Çalış çabala hep si bir yere kadar
En büyük kazancım itibarımdır benim.
Söylenir ağızları büzemesen de
Canım diyenler canımdır benim.
Yüzümü güldürmek parayla pulla olmaz.
Bir tek söz candansa uçurur beni.
Değeri biçilmez ,tarifsiz duygunun
O yüreğin güzelliğidir has duygunun
Ne mutlu bana ki seni tanıdım.
Yüreğinin sıcağında iyice yoğruldum.
Alnımdan akanlar ter değildir.
Mutluluktan akan haz yağmurlarıdır.
Lezzeti o kadar tatlı ki bir çift güzel sözün.
Hayatın bir anda nasıl değişir.
Kendini sağlam limanda hissetmenin
Başarının gizli anahtarıdır.
Erkeğin kafası dinç olmalıdır.
Yüreği güvenle vefa ile dolmalıdır.
Ne dert ne keder hepsi boş bir uğraştır.
En büyük zenginlik bir somun aştır.
Onunla beraber çosar duygular.
Ne dert kalır ne de keder.
Bakla sofada yenen bir kuru soğan
Saraylardaki sofralardan çok daha elzemdir.
Ömür TOKELLİ
28/08/2010 saat : 04:38


DENEME LİSESİ 57. KURULUŞ YILI ETKİNLİKLERİ

DEĞERLİ ARKADAŞLARIM

Geleneksel 57. Yıl Balomuzu geride bıraktık. Anılarımıza bir yenisini katarken, katılımı, coşkusu, sevgisiyle hepimizi heyecanlandıran bir gece oldu. Bu gece için, Bayrağı devraldığımız ve aramızda olmasından gurur duyduğumuz başta Onursal Başkanımız Sn. Zafer Eroğlu ve saygıdeğer büyüklerimize,eski başkanlarımıza Müzikleri ile bizi çoşturan ve çoşkunun zirveye çıkmasını DENEME MARŞI ile sağlayan, Sn. Hurşit Yenigün ve Murat Ulusa, taleplerimizi karşılayan ve nazımızı çeken ,440 kişiyi sorunsuz ağırlayan, Litai Otel Genel müd. Sn. Adil Onar’a ve çalışanlara, Ankara’dan , Ankara dışından ve yurtdışından katılımları ile bizlerin mutluluğuna mutluluk katan tüm arkadaşlarımıza teşekkürü bir borç biliriz.
 




Yönetim kadromuz,balo komitemiz ve bize inanan, bu süreçte desteklerini eksik etmeyen arkadaşlarımızla, yeni çıktığımız yolda, bu başlangıç bizleri daha da heyecanlandırdı. Denemeli olma ayrıcalığını, mutluluğu sizlerin gözlerinizde okumak, bundan sonraki çalışmalarımızda desteğinizi bizlerden esirgemeyeceğinizin göstergesiydi.


Yeni organizasyonlarımızda bu coşkuyu hiç kaybetmeyeceğimiz inacıyla, Saygılarımızı sunarız.

Deneme Lisesi Mezunları Derneği
Başkan :Özay Ağca

8 Aralık 2012 Cumartesi

ÖZLEMLERİMİZ




HAYDİ BİR KEZ DAHA DÜŞÜNÜN.......

Yaşam için de sevdiklerimizi arar onlarla beraber zaman geçirmeyi isteriz. Değerlerini beraberken çok bilemeyiz belki, yada değerlerini biliriz de gerektiği kadar özen ve önemi göstermeyiz. Ta ki kaybedene kadar onları.
Bundan sonra geçen her saat uzadıkça özlemleri de peşine takar ve yüreğinize konuşlanmaya başlarlar.
ilk zamanlarda çadır kuran hasretler zamanla öyle bir yerleşir ki  bir daha asla gitmeyecek ve siz bu dünyadan ayrılana kadar sizin yüreğinizde kolonisini çoktan kurmuş olacaktır.
Zordur onlarsız bir yaşam içinde yol alabilmek. Yakınlığınız, paylaşımlarınız, belki karşılıksız olan yüce sevgileriniz bu özlemin derecesini de yüreğiniz de daha bir başka tanıtır sizlere.
Hele ki bir de esas acı olan da kayıpların farkına vardığınız da içiniz de bıraktığı burukluk. Her gün  kendilerinin hayalleri  ile sohbet edersiniz. peşinden ağlama kriziniz tutar. İçinizi boşaltırcasına, hatta kusarcasına, böğüre böğüre ağlarsınız.
Ama ne giden geri gelir, nede geçen zamanı geri getirebilirsiniz. Birlikteliğinizi bir dakika daha fazla beraber kaliteli ve dolu dolu geçirebilmeyi isteseniz de artık bu mümkün olmayacaktır.
Farkına varmamız gereken gerçekler var. Yaşam devam ederken tercihlerimizi ve beraber olduklarımıza ne kadar değer verdiğimizin farkına varmak zorundayız. Hayatımızın için de olmasını ve çok istediklerimizi bir listeye oturtmak zorundayız.
Bundan sonrasında  onlara daha sıkı sıkı sarılarak. Ahlanıp vahlanmayı bir kenara bırakmak sevdiklerimizle dolu dolu zaman yaşamak önceliklerimiz olmak zorundadır.
Hele ki sevdiklerimizin yaşları ilerlemeye başlamış ise. Hayatın içinde vefa duygularınızı gün yüzüne çıkarma vaktidir artık.
Kaybedecek o kadar da çok zamanınız olmayabilir. Haydi ne bekliyorsunuz daha. Koşun sarılın sevdiklerinize.
Geçmişte ne yaşamış olursanız olun. Hafızanızdaki her şeyi silip unutmak zorundasınız. Sarılın, öpün, koklayın.
konuşamadıklarınızı konuşun, kırmadan, yüreklerinizi yumuşatarak ve yüreklerinizi ısıtarak yapın bunları.
vicdan azabından ve pişmanlıklarınızdan hayatınız boyunca uzak kalın.
İnanın kazanımlarınız her zamankinden çok daha fazla olacaktır.


ÖMÜRLERİ SEVEMEDİK

Ne hayatlar geldi geçti önümüzden
Bakmasını bilemedik.
Kimine el salladık bizimken
Kimini beğenmedik.
Hepsi birer ibretti
Dinlemesini bilemedik.
Önyargılı olduk hep
Sevmesini bilemedik.
Heyecanları söylemedik
Gurur yaptık senelerce
İstemekle geçti ömür
Sevmesini bilemedik.
Doymadı gözümüz mala mülke
Canım demesini bilemedik.
Duygulara beton döktük.
Sevmesini bilemedik.
Yaşamayı bilemedik.
Sanki hiç ölmeyecektik.
Mutluluğu bilemedik.
Unutunca yaşamayı.
Seneleri geçirdik hep.
Yaşlanınca gezecektik.
Sağlığı kaybedince
Ömürleri sevemedik.

Ömür TOKELLİ

27/12/2010 saat :20:28


7 Aralık 2012 Cuma

HAYAT-IM

Hayat, nefes aldığımız ve dünya da var olduğumuz sürece hal ve hareketlerimizin tümüdür. diye tanımlanabilir sanırım.

Ancak öyle ilginçtir ki aslın da Hayat hiç bir zaman bu kadar kısa bir özete ve açıklamaya sığmaz.

Hayat her bireyin kendi dünyasında yaşadıklarını içerir. Acısını, tatlısını, güzelliklerini, çirkinliklerini, kazançlarını, kayıplarını, hüzünlerini,öfkelerini, işini, gücünü, gelmişini, geçmişini, geleceğini...... uzar gider böyle.

Ama hayatı güzel kılan birlikteliklerdir. dostluklar, arkadaşlıklar, akrabalıklar.... vs.

En önemlisi de AŞK tır.

Önce aşık olmak lazımdır. Sonra güven duymak, sonra sevdalanmak. Sonra hayatı paylaşmaktır.

Tüm güzellikleri ile bu hayatı yaşayabilmek üzere;


HAYATIMMMM DİYEBİLMEK

Bunca hayatları seyrettim.
Hatta yaşadım bazılarını.
Hayat dedim kimine;
Hay..... yat dedim.
Ha....... yat oldu kimi zaman.
Hay dedim kaldım bazen de.
Demek istediğim çok şey var.
Demek için zaman lazım hala.
Demek için yaşamak lazım...
Tek istediğim gülümseyerek,
Sıkı sıkı sarılarak ;
HAYATIMMMMMMM
Diyebilmek...........


Ömür TOKELLİ

10/01/2010 saat:22,00

6 Aralık 2012 Perşembe

ÖMÜR KÖPRÜSÜ

HİÇ ÜZERİNE;

İnançlarımızın. hayatın içinde çok önemli  yerleri vardır. Hele de kendimizi çaresiz hissettiğimiz zamanlarda, çırpınışlarımız, çabalarımız ile inançlarımız öyle bir bütünleştiririz ki, kimi zaman kendimizden geçeriz.
Sorunlar karşısında soğukkanlı olabilmek, olumlama yaparak sorunların üzerine gitmek aslında her zaman doğru sonuçlar verir.O sıkıntılı anlarda bunu başarabilmek ise gerçekten beceri işidir.

Hasret çekerken, burnunuzun ucu sızlarken bunları yapabilmek, olumlama yapabilmek ne kadar becerebileceğimiz bir durumdur? Özlemlerinize söz geçirebilir misiniz?
İşte hayat bazen keskin bir bıçak oluverir karşınızda. Hop der dur bakalım. Ne yapacağınızı bilemeyecek kadar çaresizsiniz işte.
Bu durumlarda en çok ihtiyaç duyduğumuz şey duadır. Büyük Yaratıcıdan yardım istemektir.
Yaradandan yardım istemeden önce hiç düşündünüz mü, bu duruma gelmeden, önlem alamaz mıyız?
Çaresizliğe düşmeden önce engelleyemez miyiz?
Düşününce açmazlar dikiliyor önümüze. Demek ki insanoğlu bir yere kadar. İnsanoğlu biçare.
Büyük ilim irfan sahibi, atalara baktığımızda 'HİÇ' olabilmenin hazzını yaşıyorlar. Egolarından arınmışlar.
 Hz. Mevlana her anını hayata dair, inançlara dair, ders alarak yetiştirmiştir kendisini.
' Nice insanlar gördüm üstünde elbise yoktu. Nice elbiseler gördüm içinde insan yoktu.' demiş ve devam etmiş ' Ya olduğun gibi görün, yada göründüğün gibi ol'. Düşünmek hayatı, sonsuzluğu düşünmek.Derin düşünmek; hayatın içinde neyiz, nereden geldik, ne kadarız?  Daha nice ders veren sözler. İnsanlık için ders almamız gereken çok şeyler var. Düşünmemiz gerek, insanlığımızı düşünmemiz gerek.

Hayatın içinde  'HİÇ' olabilmeyi içimize sindirebilirsek, insanlık adına da bir şeyleri başarmışız demektir.

HİÇ OLMAK

Hiç olmaktır duygu pınarında,
Hiç olmaktır  yummuş gözlerinin ağusunda
Hiç olmaktır ellerini açmışken semaya
Dünya da Hiç olmaktır İnsan olmak.

Yenebilmektir egonu, kaprisini, ihtirasını
Örtebilmektir eksiğini
Toprak gibi kapatabilmektir başkalarının hatalarını
Yardım edebilmektir her koşulda mazluma

Özveride akarsu gibi olabilmektir.
Nefsinden kopmaktır HİÇ olmak.
Çıkarlarını unutabilmektir HİÇ olmak.
Aşkını yaradana teslim edebilmektir HİÇ olmak.

Gözlerinden akan yaşın rabbin için akmasını
Malı mülkü unutabilmektir HİÇ olmak
Çıplak geldiğini unutmadan dünyaya;
Çıplak gideceğini unutmamaktır HİÇ olmak.



Ömür TOKELLİ

08/12/2012   SAAT : 09.20


5 Aralık 2012 Çarşamba

BAHA'NIN KABUL GÜNÜ. CAFE MU BULUŞMASI



 
Duyduk ki İstanbul'daki dostlarımız kabul günleri düzenlemeya başlamışlar. Biz merkez olarak aşağıda kalacak değiliz elbette. Baha da epeydir bir Cafe den bahsediyordu bize.. E hadi dedik o zaman sen de orada ilk kabul gününü yap bize..

O da sağolsun bizi kırmadı herşeyi ayarladı Ümitköy Galeria AVM'nın hemen arkasındaki Cafe Mu'da güler yüzlü işletme sahipleri ve Baha'nın ev sahipliğinde güzel bir gün yaşadık..

Bakalım bundan sonraki Kabul Günü sırası kimde ? Merakla bekliyoruz..

Aylin Kosovaeri Şahin

 


 



20 Kasım 2012 Salı

LOGOMUZ


2012 yılına geldiğimizde grubumuz kurulduğu günden bu yana oldukça hızlı bir büyüme göstermişti. Hep birlikte bir çok sosyal sorumluluk projesine imza atmış grup olarak da pek çok etkinlik düzenlemiştik.

TSK Rehabilitasyon Merkezi ziyaretinde olduğu gibi tüzel bir kişilik olmasak da bazen resmi kurumlarla yazışmalar yapmakta gerekiyordu. Bu yazışmalarda grubu bir sosyal grup olarak tanıtıyorduk.

Ama bunca faaliyetten sonra aidiyet duygumuzun ve bütünlüğümüzün iyice geliştiği grubumuza bir logo yapmanın da zamanı gelmişti.

Profosyonel olmasa da yine de bizi hatırlatacak ve temsil edecek bir logo fikri hoşuma gittiği için yukarıdaki çalışmayı yaptım.

Grubun baş harfleri yan yana geldiğinde gerçekten çok anlamlı bir kelime çıkıyordu. Ebed, yani sonsuzluk.. Grubumuz içinde de daima bir olmaktan ve birlikte yaşlanmaktan bahsederiz. Bizim için bundan güzel bir kelime arasak bulamazdık herhalde. Aslında grubu kurarken kısaltmanın böyle olacağı hiç aklımıza gelmemişti. Tamamen bir şans, ya da bir işaret kimbilir.

Ebedi Dostluk Grubu.. Logo da E harflerinin üzerine oturan B ve D aynı zamanda çatı da olarak bizim mahalleli olmamızı temsil ediyor. Ortada bulunan kalp ve kalbin üzerindeki iki gülümseyen yüz ise mahallemizdeki her evden çıkmış dostlarımızla tek bir yürekte bütünleştiğimizi.

Belki ileride daha profosyonel bir logomuz olabilir ama şimdilik bu logoyla bir çok etkinliğe imzamızı atmaya devam edebiliriz diye düşünüyorum.

Saygı ve sevgilerimle
Aylin Kosovaeri Şahin

15 Kasım 2012 Perşembe

TSK REHABİLİTASYON VE BAKIM MERKEZİ ZİYARETİ




1984-1995 yılları arası gunumuzde olduğu gibi PKK ve terorle mücadele yine gündemimizde, ve yine gazeteler şehit haberleri ile doluydu.


Genel Kurmay Başlanlığının ilgili yıllar arasını kapsayan ve 1995 yılında yayınlanan “Politik ve Askeri Durum Değerlendirmesi” raporunun son bölümü olan “İç Güvenlik Harekatı ve Terorle Mücadele” başlığı altında bunlardan geniş olarak bahsedilmekte ve ilgili bölümün hemen girişinde verilen bilgiler aşağıdaki gibiydi.


Belgede, terör örgütünün “Dört aşamalı hedef stratejisi”, özetle şöyle ifade ediliyordu:



-Bölücü terör örgütü, ilk aşamada, kültürel ve sosyal bazı hakların temin edilmesini,
-İkinci aşamada özerk veya federasyon tipi bir yönetim sisteminin oluşturulmasını,
-Üçüncü aşamada, ülkemiz topraklarında sözde Kuzey Kürdistan devletinin kurulmasını,
-Son aşamada ise bağımsız ve birleşik, sözde Büyük Kürdistan devletinin oluşturulmasını hedeflemiştir.


2012 yılına geldiğimizde örgütün bu hedeflerinne kadarına ulaşmayı başardığının ve ordumuzun o günden bu güne gelene değin yaşadığı olayların değerlendirilmesini siz değerli okurlara bırakıyorum.


Çelik Harekâtı 1995 yılında, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yukarıda bahsedilen nedenlerden dolayı o güne değin PKK'ya yapılmış en buyuk askeri harekatın adıdır.

Bu harekat 1994-1995 yılları arasında Kuzey Irak'ta yapılmıştır. Türk askerlerinin komutanlğını General Osman Pamukoğlu yürütmüştür. Türkiye harekatın amacının bölgeyi 2.800 PKK'lı Teröristi temizlemek olduğunu açıklamıştır. Harekata Türkiye tarafından 35.000 asker ve 10.000 köy korucusu katılırken, PKK'nın kaç teröristle katıldığı bilinmemektedir. Türkiye 64 askerini kaybederken, PKK'lı teröristlerin kayıp sayısı 555 olarak açıklanmıştır. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller idi.


İç güvenlik harekatının yoğun olarak sürdüğü 1995 yılının Mart ayında, Ankara Gazeteciler Cemiyeti ve TRT’nin işbirliği ile ‘’ Haydi Türkiye Mehmetçik’le Elele ‘’ kampanyası düzenlenmiştir. Gerek yurt içi, gerekse yurt dışından halkımızın olağanüstü ilgi gösterdiği ve gönülden katıldığı kampanyada 2.7 trilyon TL toplanmıştır. Toplanan bu bağışlarla, ülke savunması ve milletimizin bölünmez bütünlüğü için canlarını hiç çekinmeden tehlikeye atan ve bu uğurda kolunu, bacağını, uzvunu kaybeden kahraman gazilerimiz için hizmet verecek, çağdaş bir rehabilitasyon ve bakım merkezi kurulması kararlaştırıldı. Bu merkezi gerçekleştirmek üzere kurulan TSK Elele Vakfı, TSK rehabilitasyon ve bakım merkezi projesini süratle uygulamaya koydu. Kaynağın nemalandırılması sonucunda, 105 milyon ABD doları harcanarak 35 ay gibi kısa bir sürede tamamlanan tesis, 21 Nisan 2000 tarihinde hizmete açıldı




Buraya kadar kuruluş nedeni ve tarihçesi hakkında kısaca bilgi vermeye çalıştığım merkezi bir Emek Bahçeli Eski Dostlar grubundan on bir arkadaşımla Kasım 2012’de ziyaret etme şansı buldum. Öncelikle bize söylendiği gibi grubumuz adına Genel Kurmay Başlanlığı’na bir faks çekerek izin istedik, yaklaşık on gün sonra gelen cevapta ziyaret edebileceğimiz merkezin adresi ve iletişim kuracağımız onbaşının adı ve telefonu yine bir faks ile bize bildirilmişti.




Onbaşı ile iletişime geçerek ziyareti gerçekleştirmemiz için gerekli koşullar hakkında bilgi edindik. Çok kalabalık olmamız oneriliyordu , on kişi olduğumuz takdirde yatan hastaları da ziyaret edebileceğimiz, çiçek getirmememiz, ancak pasta, tatlı, börek vb yiyecekleri getirebileceğimizi öğrendik.

15 Kasım 2012, saat 13.45 de hepimiz Bilkent’de Atatürk Hastanesi’ni geçince hemen sağda yer alan TSK Rehabilitasyon ve Bakım Merkezi’nin önünde elimizde paketlerimizle hazırdık. On bir kişi olmamıza rağmen bin üçyüz kişilik bir grubu temsil ettiğimiz için öncelikle merkezin önünde bir resim çektirmek istedik. Sırtımızı giriş nizamiyesine vererek verdiğimiz pozun ardından bir askeri gorevli gelerek güvenlik sensörlerinin fotoğraf makinasını algıladığını ve fotoğraf çekmenin yasak olduğunu, ilgili resmi silmemizi de isteyerek kibarca hatırlattı. Ne yapalım yasak, yasaktı itiraz etmedik.

Bizi kapıda karşılayan onbaşı Genel Kurmay Başkanlığının faksında bize bildirilen onbaşıydı. Bir süre bekledikten sonra onu izlememiz söyledi. Aslında hiç birimiz birbirimize itiraf etmemiş olsak bile az sonra neyle karşılaşacağımızı bilmediğimiz ve gazilerimizle yüzyüze geldiğimizde ne diyeceğimizden emin olamadığımız için oldukça gergindik.

Kendi aramızda sohbet ederek onbaşı ve bize merkezi gezdirecek gorevlinin peşine takıldık. Bizi geniş ve konforlu bir konferans salonuna aldılar. Burada bizim çekmemiz yasak olmasına rağmen merkezin fotoğrafçısı gelerek bir grup fotoğrafımızı çekti. Ön iki sıradaki koltuklara yerleşerek beklemeye başladık. Bir tanıtım konuşması dinleyeceğimizi düşünürken salon karardı ve ekrana Merkezin tanıtımını yapan ve ortalama on dakika sürecek olan görüntüler yansımaya başladı. Gezimiz sırasında görmediğimiz pek çok alanı bu filmde amaçları ile görmüş olduk. Burası gerçekten son derece modern, büyük, üretken ve donanımlı bir tesisti. Merkezde tedavi gören hastalar tıbbın geldiği son noktayı yansıtan modern ortam, yontem ve cihazlarla tedavilerini goruyorlardı. Sadece gazilerimiz değil, gazi, şehit yakınları ve belirli bir kontenjan dahilinde sivillerde bu merkezde tedavi olma imkanına sahiptiler. Fiziksel ve Ruhsal rehabilitasyon için gerekli her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüştü.


Sunumun arkasından yine onbaşı ve görevlimizin peşine takılarak başka bir binaya giriş yaptık, aslında sadece bir sosyal grup olarak boylesine resmi ve hazırlıklı bir karşılamayı hiç birimiz beklemiyorduk. Artık odalarında gazilerimizi ziyarete gelmişti sıra. Biz asansörle ilgili kata geldiğimizde gelirken yanımızda getirdiğimiz yiyecekler çoktan hazırlanarak odalara servis edilmişti bile. Girdiğimiz her odada getirdiğimiz yiyecekleri düzenle hazırlanmış ve tabaklara konulmuş olarak gördük.

İlk odaya girmeden önce derin bir nefes almam gerekti, bizi gezdirmekle gorevli kişi bize pek çok hastanın ilgili saatte tedavi veya kendisine verilen programı uygulamak üzere başka yerlerde olduklarını söyledi. Odalar oldukça geniş havadar ve son derece modern dizayn edilmişti. Bir odada dört Gazi kalabiliyordu. Her odanın girişinde küçük bir koridor ve bu koridorlarda odada kalanların kullanabilecekleri ortak bir tuvalet ve banyo yer alıyordu.


En büyüğü yirmi yedi yaşında pırıl pırıl gençlerle tanıştık, her biri yüksek moralli ve iyi durumdalardı. Bir çoğu Şırnaki Yüksekova vb yerlerde yaralanmışlar, bir kısmı da bu görevler sırasında uzuvlarını kaybetmişlerdi.


İlk odadan itibaren adım attığımız her oda da gidiş amacımızı onlara minnetimizi göstermek iken, bir kuru teşekkürün ne kadar anlamsız olduğunu düşündüm durdum. Biz söyleyecek kelime bulamayan on bir kişi odalara girdiğimizde onlar ayağa kalktılar, bizi saygı ve guler yüzle karşıladılar, sessizliği bozmak için bir şeyler soylemeye çalıştılar. Ancak ikinci odadan sonra biraz konuşma cesareti bulabildik kendimize ve onlara yaşlarını, nereli olduklarını, nerede görev yaptıklarını sorduk ve neden orada olduğumuzu kısaca anlatmaya çalıştık. Bu kısacık sohbetlerde bile kimimiz dolan gözlerini saklamaya, kimimiz derin derin nefesler alarak rahatlamaya çalışıyordu. Ama onlar vatan icin feda ettikleri gencecik bedenlrinden fışkıran yaşama bağlılık dolu bir enerji ile gülümsüyorlardı bize.


Bu çocukların vatani görevlerini yaparken yaşadıkları bu olaylar neticesinde başta uzuvlarını kaybedenler olmak üzere, o koridorlarda dolaşmanın ne faydası vardı diye sorup durdum kendime. Bundan sonraki hayatlarında bizim o gün orada olmamızın bir katkısı olacak mıydı? O koridorlarda dolaşırken karar verdim bu yazıyı yazmaya, en azından çok fazla bilinmediğini düşündüğüm böylesine başarılı ve anlamlı bir merkezin tanııtımına bir parça olsun katkım olurdu belki.




Gazileri odalarında ziyaret ettikten sonra rehabilitasyonun bir aşaması olan meslek edindirme atölyelerini gezmeye gittik. Burada elsanatları, bilgisayar vb mesleklerin eğitimleri bulunan bir çok atölye vardı. Ziyaret ettiğimiz saatlerde atölyelerin eğitim saatleri olmadığı için herhangi bir eğitim anına şahit olamadık. Ama geniş bir alana yayılmış ve oldukça ferah düzenlenmiş bu alanlarda eğitim alan gazilerimizin sonunda meslek sertifikaları alarak dilerlerse ayrıldıktan sonra bu meslekleri icra edebileceklerini öğrendik. Burada tedavi gören gazilere ayrıca hayatlarının geri kalan kısmında gazi maaşı ile birlikte devam edebilecekleri işler yine Elele Vakfı tarafından bulunuyordu. Yine bu atölyelerde üretilmiş ürünler atölyelerin satış alanında müşterilerini bekliyordu. Hepimiz gücümüz yettiğince ufak tefek bir şeyler alarak bu emeğe katkı sağlamaya çalıştık.

Yine atölyelerin bulunduğu katta özürlü olarak hayatını devam ettirmek zorunda kalan gazilerimize özel bir sokak hazırlanmıştı, bir aracın bile park edildiği bu sokakta logar kapağı, kaldırım ve daha bir çok ayrıntı düşünülmüştü, sokağın iki yanlı kenarına dizilmiş odalarda bir banka, bir ev, bir market vb günlük hayatta sıkça ziyaret ettiğimiz mekanlar yer almaktaydı.


Bu odalarda gazilere günlük hayatlarını bir özürlü olarak daha kolay nasıl idame ettirebilecekleri öğretiliyordu. O ana kadar sessizce dinlediğimiz anlatıcımızı dostlarımızdan biri böldü;


“Peki ama televizyondan da izliyoruz, şehit ailelerinin evlerini gösteriyorlar, burada sağladığınız bu düzeni buradan çıktıktan sonra sağlayabilmeleri için bu insanların belirli bir ekonomik gücü olması gerekiyor. Ayrıca aileleri ve yakın çevrelerinin bilinçlendirilmesi de gerekiyor.”


Bize anlatımı yapan uzman da belli ki aynı görüşe sahipti ve anlatmaya başladı;


“Yurt dışında devlet gaziler bakım merkezinden ayrıldıktan sonra yaşam alanlarını yeni yaşam koşullarına göre düzenliyor bütün masrafları üstlenerek ama ne yazık ki ülkemizde boyle bir şey söz konusu değil”, dedi. “Ayrıca bir rehabilitasyon uzmanı olduğundan aslında bu eğitimleri yakın çevrenin de bilinçlendirilmesi ve yaşam alanlarının keşfi açısından gazinin yaşam ortamında yapması gerektiğini” söyledi. Yani her gazi için aslında bir alan çalışması yapılması gerekiyordu, bunca ileri düzey bir merkezde bile bu henüz mümkün olamıyordu. Umuyoruz ki ilerleyen zamanda milletimizin de sağlayacağı destekle bu aşamaya da gelinir. Çünkü gerçekten sağlanan ortam ve koşullar o kadar mükemmeldi ki, Anadolu’nun herhangi bir yerinden gelip burada tedavi gören ve ardından kendi yaşam alanına dönen gaziler gerçek yaşamın içinde ikinci bir tramva yaşama riski ile karşı karşıyaydılar. Bu da bir anlamda burada verilen bütün emeğin ruhsal anlamda boşa gitmesi de demekti.


Merkeze bunca güven ve hayranlığımı kazanmasının tek sebebi elbette ki o gün yaptığımız ziyaret değildi. Çünkü bir çoğumuz biliyorduk ki ziyaretler veya denetimler sırasında her şeyin sorunsuz ve parlak gosterilmesi ülkemizde adettendi.




O gün gördüğümüz tüm hasta ve çalışanların güleryüzü ve yaydıkları enerji inanılmayacak kadar güzeldi ve bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak elbette içimizde acaba bize mi böyle gösteriliyor diye bir şüpheye kapıldık.


Çalıştığım iş yerinde bir arkadaşım vardı askerlik görevi sırasında omiriliği kırılmış ve bir yıl GATA’da arkasından bir buçuk yıl da bu tesiste tedavi görmüştü. Merkeze gitmeden öncede ondan kısa bilgiler almıştım, ama döndüğümde merkezin parlaklığı karşısındaki hayranlığımı gönül rahatlığı ile hissedebilmek için yeniden onunla konuşma ihtiyacı duymuştum.


Merkez ziyaretimizden çok önce orada gördüğü tedavi ve doktoru ile ilgili çok güzel şeyler anlatmıştı. Döner dönmez onu arayıp merkez hakkındaki hayranlığımı ve bu hayranlıktan dolayı duyduğum garip güvensizlikten bahsettim. Sağolsun beni kırmadı ve yanıma geldi. Merkezdeki her şey her zaman aynı gördüğümüz gibiydi. Herkes çok güler yüzlü ve moralliydi.


Peki ama böylesine tramva yaşamış bu genç insanlar nasıl oluyorda böyle olabiliyorlardı? Aslında elbetteki ilk aşamada boyle olmuyordu. Kendiside aslında çok daha kısa zamanda iyileşebileceğini ama başlangıçta odasına gelen sevdikleri, paşalar dahil küfrederek kovduğunu anlattı. Çünkü ona artık yürüyemeyeceği söylenmişti. Ama sonraki dönemde aldığı psikolojik destekle ikna olmuş, tedavisine başlanmış ve tedavinin sonunda bastonsuz yürüyecek hale gelmişti. Benimle birlikte çalıştığı yerdeki işini de ona Elele Vakfı bulmuştu, o da merkezde gördüğümüz diğer gencecik çocuklar gibi pırıl pırıl ve hayat doluydu.


Biz merkeze gitmeden önce selamını iletmem için bana orada sürekli kalan bir arkdaşının adını vermişti. Ziyaret sırasında onunla görüşme imkanı da bulduk. Arkadaşımın ziyaretlerinin seyrekleştiğinden şikayet etmişti gülerek. Bende dönüşte bu şikayeti de sorularımla birlikte ona ilettim. Cevabı çok içimi acıtmıştı;

“Ben yürüyemezsin dendiği halde yürümeyi başardım, ama orada hala tedavi görmeye devam eden ve yürüyemeyen arkadaşlarım var. Ben gittiğimde aileleri ve çevreleri bak o başardı ve yürüdü sen hala başaramadın diyorlar, ve ben çok üzülüyorum”


Kendi yürüme hikayesini anlattığında zaten merkeze gelmesini sağlayan tramva yetmezmiş gibi birde aşmak zorunda kaldığı kendi iradesi ve nefsi ile mücadele etmek zorunda kalmıştı. Savaş merkezde tedavi görmekle sona ermiyor aslında yeniden başlıyordu. Anlık bir kurşun, mayın ya da benzeri bir ateşli silahın yarattığı sonuçlar insan hayatında irade ve azimle devam eden bir savaşa neden oluyor ve bu savaşı galip bitirenlerin sayısı da anladığım kadarıyla çok da fazla olamıyordu eger bir uzun kaybı söz konusu ise.

Biz o koridorlarda odalarında ziyaret ederken bu gencecik insanlar bu mücadeleyi kazanmaya çalışıyorlar yine de bizden daha hayata bağlı ve dimdik duruyorlardı. Biz de hayatlarında yaşadıkları bu uzuv kaybı ve tramvalar için kuru kuru bir teşekkür edebiliyor ve ardından kendi hayatlarımıza geri dönüyorduk. Kimdik ki biz onlar için?


Tüm bu düşüncelerin sonunda en azından bu ülke de güvenle ve vicdanım rahat bağış yapabileceğim bir yer buldum nihayet. Sizde en azından bu yazıyı yaygınlaştırarak onlara ulaşacak ellerin artmasına bir katkı sağlayabilirsiniz.


Çünkü kapısından girdiğiniz andan itibaren bambaşka bir dünya olan bu merkez gerek askeri bir yapı olması gerekse vakıf olması nedeniyle reklama ağırlık vermemesi sonucunda bir çoğumuz tarafından bilinmiyor. İnternet sitesinden daha detaylı bir çok bilgi ve fotoğrafa ulaşabileceğiniz merkezin tanıtımını yapmayı ben kendi adıma bir sosyal sorumluluk olarak görüyorum.

Saygı ve sevgilerimle
Aylin Kosovaeri Şahin

7 Kasım 2012 Çarşamba

AH ŞU ANKARA SİMİDİ YOK MU?

Şimdi başka şehirlerde yaşıyor olsa da biz Emek Bahçeli Çocukları Ankara çocuğuyuz, hepimiz simit severiz. Öyle başka şehirlerde yediğimiz simitler kesmez bizi. İlle Ankara simidi olacak. Elbette ki her birimiz hala Ankara'da yaşıyor olmadığımız için grupta yemek denilince ya da biri İstanbul'a gidecek olunca ilk konumuz simit oluyor.
Gerçi yapmadık da değil. İstanbul'daki Emek Bahçeli çocuklarının ilk buluşmasında Ankara grubunu temsil eden Erol Abi ve Baha buradan İstanbul'a simit yetiştirdiler hem de kahvaltıya. Duyduğumuza göre kapanın elinde kalmış simitler. Afiyet olsun güzel dostlarımıza..

Resimde Işıl Ankara'dan gelen simitleri yerken gözüküyor.. 

Diğer resimler bizim çektiklerimiz değil ama sayfamızda simit dedikçe paylaşılanlar. En azından hepsini bir araya getirip canımız istedikçe topluca bakarız diye düşündüm. Yok elbette ben Ankara'dayım canım isteyince gidip alırım diye düşünüyorsunuz ama gecenin bir vakti biri simit dediğinde Face Book da Ankaralıların da İstabullulardan bir farkı kalmıyor ki canım. Simitçiler kapımızda uyumuyor bizimde netekim. Gördünüz mü canım gene simit istedi işte benim napıcaz şimdi?

Saygı ve sevgilerimle
Aylin Kosovaeri Şahin





3 Kasım 2012 Cumartesi

ANKARA CUMHURİYET LİSESİ 53. KURULUŞ GÜNÜ ETKİNLİKLERİ

Tarih 3 Kasım 2012
 
 
Grubumuzda hem Deneme Liseli hem de Cumhuriyet Liseli pekçok üyemiz var.. Bizim okuduğumuz dönemde de iki kardeş okul olan bu iki lisenin mezunları bu grup altında bir aradayız. Dolayısıyla zaman zaman Deneme Lisesi zaman zaman Cumhuriyet Lisesi etkinliklerine de katılıyoruz.

3 Kasım 2012 Cumartesi günü Cumhuriyet Lisesi'nin kuruluş yıldönümüydü. Deminde söylediğimiz gibi grubun içinde sadece mezunları barındırmakla kalmıyor aynı zamanda her iki lisenin mezun derneklerini de barındırıyoruz. Her iki dernekte grubumuzla ilgili bir ihtiyaç olduğunda ya da tüzel kişilik olarak resmi yazışma yapılması gerektiğinde bize yardımcı oluyor.

Bizde elimizden geldiğince onlara yardımcı olmaya çalışıyoruz. Ankara Cumhuriyet Liseliler Derneği nin düzenlediği 53.cü Kuruluş Yıldönümünde de biz grubun Cumhuriyet Mezunları aktif görevler aldık ve okulumuzun/mezunlarımızın yeniden bir arada olmasının tadını hep birlikte çıkardık.
Sabah Anıtkabir'de Ataya saygı duruşu ile başlayan gün, okulumuzun bahçesinde düzenlenen gözleme/makarna günü ile devam edildi.
 
 
Akşama ise doubletree by Hilton Otelinde hep birlikte eğlenerek günümüzü tamamladık.
 







2 Kasım 2012 Cuma

SORULAR : BU NEDİR?


Bülent Gür soruyor : Bu nedir?

Hani diyoruz ya zaman zaman birbirimize sorular soruyoruz Face Book Grubumuz üzerinden. Orası bizim evimizin oturma odası gibi.. Bir sürü insan hep bir ağızdan ama birbirimizi dinleyerek bir çok şey konuşuyor paylaşıyor hatta birbirimize sorular bile soruyoruz.

İşte bir Kasım akşamı hepimiz dışarıdan ekranlarımıza bakıyor gözükürken aslında sohbetteyiz.. Sevgili Bülent abimiz bulmuş resmi nereden bulduysa soruyor : Bu nedir?

Aslında pek oynamışlığım yok ama yine de resmi görünce çağrışım yapıyor. Hemen cevap veriyorum : Çelik çomak.. Bildim.

Bazı akşamlar soru sormakla kalmıyor yarışmalarda düzenliyoruz. O zaman herkesden önce cevap vermek önemli oluyor. İntertin hızına göre bazen erkende yazsanız diğerlerinden sonra çıktığı için yorumunuz Face Book üzerine birinciliği kaptırıyorsunuz.

Öyle akşamlarda çok heyecanlanıyoruz hepimiz. Bütün dikkatimiz ekranda ellerimiz klavyede soruyu bekleyip en hızlı cevabı vermeye çalışıyoruz. Siz de bizimle yarışmak isterseniz bekleriz..

Bu arada çelik çomak şöyle oynanıyor :

Küçük bir tahta parçası yere bir uçu taş üzerine gelecek şekile konur. Uzun bir çubukla tahta parçasının taşın üstünden çıkan kısmına hızlıca vurulur. Aldığı darbe ile yükselen tahtaya havada uygun konuma geldiği anda cubukla ikinci kez vurularak uzaklara gitmesi sağlanır.

Yada
toprak zemine hafifçe bir kuyu yapılır. Bunun üzerine konan ince bir dal, başka bir çubukla kuyudan aniden kaldırılarak havada vurulur.


Saygı ve sevgilerimle
Aylin Kosovaeri Şahin

29 Ekim 2012 Pazartesi

29 EKİM 2012 CUMHURİYET BAYRAMI - ATAMIZA YÜRÜYÜŞ

Bu sene Cumhuriyet Bayramı tüm ülkede hiç olmadığı kadar coşkuyla kutlandı hepimiz günün erken saatlerinden itibaren ellerimizde bayraklar sokaklardaydık. İstanbul, İzmir ve Ankara'daki dostlarımızın büyük bir çoğunluğu yaşadıkları şehirlerde ki etkinliklere katıldırlar. Yıllardır yaşamadığımız bir coşkuyu hep birlikte yaşadık. Yürüyüşlere ve etkinliklere katılamayan yaşlılar balkon ve camlardan ellerinde bayrak ve Atatürk resimleriyle bizleri selamladılar ve bizde coşkuyla onlara el salladık.

Ankara ekibi olarak saat 10:00'da Kızılayda Kızılay AVM önünde buluştuk. İstanbul'da yaşayan dostumuz Aydan Arar'da o gün Ankara'da bizimle beraberdi. Bir kısım ise bizden çok önce Eski Meclisin önünde yapılacak buluşma için oraya ulaşmıştı bile. Bizim dahil olduğumuz grupla önce Kızılay'dan Eski Meclisin olduğu yere yürüdük, ancak bizim vardığımızda meclisin önüne geçiş sağlanamadığından bir süre orada bekleyip sonra yeniden Kızılay'a doğru yürüdük. Necatibey Caddesinden, Maltepe'ye oradan Tandoğan ve nihayet Anıtkabir'e ulaştık. Anıtkabir'in önüne geldiğimizde saat 15:00 olmuştu. Genç yaşlı herkes herkes sokaklardaydı.

Hayatımda ilk kez Maltepe ve Tandoğan, Atatürk Bulvarı'nı aynı anda bir  trafiğe kapalı görmüştüm. Arabalar olmadan geniş caddelerde dilediğimiz gibi yürümek ve bayraklarımızı sallamak oldukça heyecan verici bir deneyimdi.

 
İstanbul

Ankara

Ankara


 

İstanbul

İzmir

Ankara

İzmir

27 Ekim 2012 Cumartesi

İKİNCİ İSTANBUL-ANKARA BULUŞMASI

Tarih 27 Ekim 2012

Kurban Bayramı ile Cumhuriyet Bayramı birleşince tatil epeyce uzun oldu. Uzun olunca İstanbul'da yaşayan dostlarımız Ferda Kertez ve Aydan Arar fırsat yaratarak şehrimize geldiler. Hoş geldiler. Bayramda her birimiz bir yere savrulmadan onları nasıl ağırlayıp ne yapacağımızı bilemedik. E ilk İstanbul kahvaltısında Ankara'dan Erol Abimizle Baha'yı göndermiştik bizi temsilen.

Temsilcilerimiz o kadar iyi ağırlanmıştı ki şimdi biz aynı özeni göstermezsek olmazdı.

Ferda ilk günler çok müsait olamadığından önce Erol abi ile beraber Aydan'ı Nene Hatun daki Göksu Lokantasına götürdük. Erol Abi Aydan'la İstanbul'da yüzyüze gelmişti bana bu benim ilk buluşmam olacaktı. Bayram boyunca Ankara'da olamayacağım için koşa koşa gittim buluşmaya.. İyi ki de gitmişim.. Kısa da olsa hep birlikte keyifli saatler geçirdik.

Daha sonra ben Ankara'dan ayrılınca Ferda ve Aydan ile başka bir buluşma daha yapıldı. Ferda'yı görme şansım olamadı ama inşallah bir daha ki sefere Ferda'cım.

AKS